Evrenin Varoluşu ve Big Bang

Standart

1. Mucize İddiası
2. İddia Metnindeki Bazı Hatalar ve Çarpıtmalar
3. Mucize Yalanının Mantıksal Kurgusu
4. Tarihsel olarak Big Bang ve Yoktan Varoluş
5. Bilimsel olarak Big Bang ve Yoktan Varoluş
6. Sonuç

1. Mucize İddiası

Mucize iddiacılarının sıkça işledikleri meselelerden biri de Enam/101 ayetinin güya Big Bang Teorisine işaret etmesi bahsidir. İlk olarak bu mucize yalanını da kendi kalemlerinden okuyalım:

  • Harun Yahya (Adnan Oktar)’a ait sitelerden:
    20. yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. “Statik (durağan) evren modeli” adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır.21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir.

    Kuran-ı Kerim’de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
    O gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)

    Kuran’da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. “Büyük Patlama”, orijinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.

2. İddia Metnindeki Bazı Hatalar ve Çarpıtmalar

Önce yukardaki metindeki hata ve çarpıtmalara kısaca değinelim:

  • Evrenin yaşı (yani Big Bang’den bugüne kadarki süre) günümüz biliminin varsayımına göre 13,7 milyar senedir. İlk bakışta belki önemsiz gibi duran bu hata mucize yalancılarının başka bir mucize bahsinde yapmış oldukları çarpıtmanın temelini oluşturmaktadır. => bkz. Altı Günde Yaratılış
  • ”20. Yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi” cümlesi bu şekliyle yanlıştır. Evrenin sonsuzluğu veya başlangıcının olup olmaması felsefe tarihi boyunca tartışılagelmiş bir konudur ve yüzyıllar boyunca konuyla ilgili olarak çok farklı görüşler, hipotezler, teoriler savunulmuştur.
  • ”Statik evren modeli” materyalizmin temelini oluşturmaz. Mucize yalancılarının her fırsatta ”öcü” olarak göstermeye çalıştıkları ”materyalist felsefe”yle ne kastettikleri de bir başka muammadır. Eğer kastedilen “evreni doğaüstüne dair varsayımlarda bulunmadan anlamaya ve açıklamaya çalışan materyalist/natüralist duruş” ise bu zaten günümüz biliminin ana aksiyomlarındandır. Ve statik ve dinamik evren modelleri bu ana aksiyomdan hareket eder. Statik evren modelinden dinamik evren modelini geçişle bu materyalist duruşun yanlışlandığını ima etmek gülünçtür. Aksine her bilimsel yenilik gibi dinamik evren modeline geçiş veya Big Bang Kuramı’nın kabulü de yine materyalist düşünce ile mümkün olabilmiştir.


3. Mucize Yalanının Mantıksal Kurgusu

Şimdi asıl mucize yalanının kurgusunu ele alabiliriz:

(1) O gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101) ayetinde evrenin yoktan varedildiği yazmaktadır.

(2) Modern bilimin kabul ettiği Big Bang Teorisi de bunu söylemektedir.

(3) 1400 Yıl önceki insanlar modern bilimin bu bulguları henüz yokken böyle birşey söylemiş olamazlar.

=> Dolayısı ile Kuran’da bu ”gerçeğin” geçmesi bir mucizedir. Dolayısı ile Kuran, Tanrı sözüdür.

Mucize sonucunu çıkarabilmek için sıralanan 3 önermenin ikincisi ve üçüncüsü yanlıştır.

4. Tarihsel olarak Big Bang ve Yoktan Varoluş

  • (3) 1400 Yıl önceki insanlar modern bilimin bu bulguları henüz yokken böyle birşey söylemiş olamazlar.

Böyle bir önermenin yanlışlığını anlamak için biraz olsun akletmek yeterlidir. Big Bang Teorisi mucizecilerin iddia ettiği gibi bilimsel açıdan ”yoktan varoluş” ile ilgili olsa bile (ki aşağıda gösterileceği üzere kesinlikle ilgili değildir) tarihsel açıdan ”yoktan varoluş” düşüncesinin ancak modern ”Big Bang Teorisi” ile mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz hiç?

Dikkat ediniz! Burada iddia edilen mucize, Big Bang Teorisi ile -güya- yoktan varoluşun ispatlanmış olması değildir. Bu sözde gerçeğin Kuran’da 1400 yıl önce ve henüz teori ortada yokken yer almış olmasıdır mucize olarak adlandırılan.

Oysa söz konusu ayette modern Big Bang Teorisi ile ilgili somut bir ibare yok. Patlamadan veya benzer şeylerden değil sadece ”göklerin ve yerin yoktan varedildiği”nden söz edilmekte. Yani Kuran’da sadece ”yoktan varoluş” düşüncesi yer almış. Ama bu düşünce zaten o dönemde ve daha önceki medeniyetlerde var olan düşüncelerden biridir.

”Henüz bilim big-bang’i bulmamışken insanlar kendi düşüncesiyle yoktan varolma diye birşeyden bahsetmiş olamaz. Dolayısı ile bu kitap tanrı sözü olmalı” gibi gülünç bir mantık kurmak okuyucu ile dalga geçmek olur.


5. Bilimsel olarak Big Bang ve Yoktan Varoluş

Big Bang Teorisi’nin ”yoktan varoluş” ile bir ilgisi yoktur. Günümüz biliminin hiçbir alanda birşeyin yoktan varolduğu (hatta var edildiği) gibi bir bulunmamaktadır.

Herşeyden önce ‘big bang’in kendisi (gözlem ve hesaplara dayanır) bir kuramdır ve aşırı bir biçimde yoğunlaşmış değişik bir enerjinin kendisini dışa vurduğunu ayrıca madde-enerji eşitliği temelinde bugünkü maddenin oluştuğunu söyler. Yani başlangıçta bir “yokluk” durumu söz konusu değildir. Başlangıçtaki, var olan bir enerjinin dışa vurumudur.

Big Bang Kuramı’nın ilk döneminde (belli bir süre) birçok bilim insanının, bilimin bu andan geriye gidemeyeceğini düşündükleri ve araştırmalarını bu andan sonrasıyla kısıtlamış oldukları doğrudur. Fakat bu dönemde bile bilimin ”yoktan varoluş” gibi bir iddiası olmamıştır.

Bizim bildiğimiz anlamdaki zaman’dan öncesini bilemeyiz” demek başka birşeydir ”Demek ki big bang anında birşeyler yoktan varoldu (hatta var edildi)” demek başka birşeydir. Birincisi sadece “bugünkü bilgi ve verilerimizle big bang öncesi hakkında sıhhatli varsayımlar ve kuramlar üretemeyeceğimiz” anlamına gelir. İkincisi ise tamamen keyfi, gerekçesiz ve bilimsel açıdan değeri olmayan boş bir iddia niteliğindedir. Üstelik zamanla ‘big bang’in öncesi ile ilgili çok sayıda bilimsel hipotez oluşmuştur. Bunlardan biri de (Amerika’da çalışan Astrofizikçi Martin Bojowald‘in hesaplarına dayanan) evrenin her zaman varolduğu ve ‘big bang’in sadece bir geçiş evresi olduğu hipotezidir.

Buna benzer başka bir hipotez de Alman Astronomlar Wolfgang Priester ve Hans-Joachim Blome‘a aittir. Bu varsayıma göre ‘big bang’den önce başka bir evren vardı; fakat bu evrende bildiğimiz anlamda madde yoktu. Bu ilk evren salt enerjinin oluşturduğu ‘quanten’ alanlarından ibaretti. Bu enerji zamanla tek bir noktada yoğunlaştı ve patlamaya yol açtı.

Kanadalı Astrofizikçi Lee Smolin‘in hipotezine göre içinde bulunduğumuz evren aslında sadece sayısızca evrenden oluşan kompleks bir ağın parçasıdır. Kendi gravitasyonunun etkisi altında kendi içine çöken dev yıldızların bu evrende açtığı kara delikler aslında başka bir düzlemde yeni bir evrenin ‘big Bang’ini oluşturmaktalar.

Bunların yanısıra çok sayıda farklı bilimsel hipotez de var.*

Belki bunlardan biri doğrudur belki de hepsi yanlıştır (zamanla yanlışlanacaktır). Fakat bilimin şu an net olarak açıklayamadığı her alanda (bilimsel anlamda destekleyici hiçbir zemin olmadığı halde) ”Tamam, işte bu noktada yoktan varoluşu devreye koyalım” demek bir açıklama yapmak değil bilimsel araştırmaya bu noktada son vermek anlamına gelir.

Big Bang Kuramı’nın ve günümüz biliminin herhangi bir alanının ”yoktan var olma” (hatta var ediliş) gibi bir iddiası yoktur.


6. Sonuç

Mucize iddiacılarının Big Bang Teorisi’yle ilişkilendirmek istedikleri Enam/101 ayeti ne bir patlamadan ne ‘big bang’le ilgili diğer somut birşeyden bahseder. Ayette sadece ”göklerle yerin yoktan varedildiği” bahsi geçmektedir. “Yoktan vardilme” düşüncesi de zaten 1400 yıl önceki toplumlarda da ondan önceki medeniyetlerde de varolan düşüncelerdendir; birçok farklı medeniyetin kutsal kitabında, efsanelerinde, destanlarında yer almıştır.

Mucize yalancılarının iddia ettiği gibi Big Bang Kuramı “yoktan varediliş” düşüncesini destekliyor olsaydı bile Kuran’da ”yoktan varediliş”ten bahsedilmesini bir mucize olarak adlandıramazdık.

Kaynak: http://www.mucizeyalanlari.com/evrenin-varolusu-ve-big-bang/

Büyük Patlama ve Evrenin Genişlemesi

Standart

İçinde yaşadığımız evren genişliyor. Bunu biliyoruz; çünkü gökadaların ve gökada gruplarının gittikçe birbirlerinden uzaklaştığını görüyoruz. Bu genişleme, evrenin 14 milyar yıl önce oluştuğu, Büyük Patlama olarak adlandırılan çok sıcak ve yoğun olaydan beri devam ediyor.

Genişleyen evrenimizle ilgili 6 “sık sorulan soru” aşağıdadır.

1) Evrenin Merkezi Neresidir?

Evrenin merkezi yoktur, çünkü evrenin kenarı yoktur. Sınırlı bir evrende uzay kavislidir; öyle ki, düz bir çizgi boyunca milyarlarca ışıkyılı ilerleyebilseydiniz sonunda başladığınız noktaya geri dönecektiniz. Evrenimizin sonsuz olması da mümkün. Her iki durumda da, gökada grupları evreni tamamen doldurur ve her yönde birbirlerinden uzaklaşarak evreni genişletir (2. soruya bakınız).

Yalnızca 48 yıldız içeren çok küçük bir evren örneği. Bu yıldızların arasında uçan bir uzay gemisi, bu evrenin kenarını bulamaz. Eğer gemi evrenin bir kenarından çıkarsa, diğer kenarında tekrar belirir. Uzay gemisinin içindekiler, etraflarında sonsuz sayıda yıldız görürler. Bu evrenin hiçbir sınırı veya merkezi yoktur.

2) Büyük Patlama Evrenin Neresinde Meydana Gelmiştir?

Büyük Patlama’nın boş uzayda meydana gelen bir patlama olduğu ve patlamanın boş uzayda yayıldığı yönünde yaygın bir kabul var. Bu yanlış bir kabuldür.

Uzay ve zaman Büyük Patlama’da yaratıldı. Evrenin başlangıcında uzay tamamen madde ile doluydu. Madde, başlangıçta çok sıcak ve çok yoğundu. Daha sonra, sonunda bugün evrende gördüğümüz yıldız ve gökadaları oluşturacak şekilde genişledi ve soğudu.

Uzay, Büyük Patlama sırasında tek bir noktaya toplanmış olabilirse de, Büyük Patlama sırasında sonsuz olabilmesi de eşit oranda olasıdır. Her iki senaryoda da, uzay tamamen genişlemeye başlayan madde ile doluydu.

Genişlemenin bir merkezi yoktur, evren gerçekten her noktasında genişlemektedir. Herhangi bir gökadadaki herhangi bir gözlemci, evrendeki diğer gökadaların çoğunun kendinden uzaklaştığını görür.

“Büyük Patlama nerede oldu?” sorusunun tek cevabı, onun evrenin her yerinde meydana geldiğidir.

3) Dünya da Evrenle Birlikte Genişlemekte midir?

Ne Dünya, ne güneş sistemi, ne de Samanyolu genişlememektedir. Bu nesneler kütleçekimi etkisinin altında oluşmuş ve birbirlerinden uzaklaşmayı bırakmışlardır. Kütleçekimi, gökadaları da gruplar ve kümeler halinde bir arada tutmaktadır. Asıl olarak, evrende birbirinden uzaklaşanlar gökada grupları ve kümeleridir.

4) Evrenin Dışında Ne Var?

Uzay, Büyük Patlama’da yaratılmıştır. Evrenimizin bir kenarı veya sınırı yoktur; yani evrenimizin “dışı” diye bir şey yoktur (Bkz. Soru 1). Evrenimizin, sonsuz evrenlerin bir parçası olması olasıdır (Bkz. Soru 5); ancak bu evrenlerin içinde var olmak için ille de bir uzaya ihtiyaçları yoktur.

(5) Büyük Patlama’dan Önce Ne Vardı?

Zaman, Büyük Patlama’da yaratılmıştır. Büyük Patlama’dan önce var olup olmadığını bilmiyoruz. Bu nedenle bu soruyu cevaplamak zordur. Bazı kuramlar, evrenin sürekli olarak yaratılan sonsuz evrenlerin (“çoklu evren” olarak adlandırılır) bir parçası olduğu önermesinde bulunur. Bu olasıdır, ancak ispatlanması çok zordur.

6) Eğer Evren 14 Milyar Yaşındaysa, Gökadalar 14 Milyar Işıkyılından Daha Uzağa Nasıl Gidebilmişlerdir?

Evrenimizin sonsuz büyüklükte olması ve Büyük Patlama’dan beri her yerinin madde ile doldurulmuş olması olasıdır (Bkz. Soru 2). Ancak; ortada evrenin ışık hızından daha hızlı genişlemesini engelleyen bir şey de yoktur. Evrendeki herhangi bir yerel noktada hiçbir şey ışıktan daha hızlı hareket edemese de, bu, evrenin tamamı için doğru değildir. Uzayın ne kadar hızlı genişleyeceği konusunda herhangi bir sınır yoktur.

Gökadaları, uzayı temsil eden esnek bir tabaka üzerinde duran toplar şeklinde hayal edebiliriz. Eğer tabakayı gerersek toplar birbirinden uzaklaşır. Birbirine yakın olan toplar birbirinden yavaşça uzaklaşacaktır. Birbirinden uzak olan toplar ise, birbirlerinden daha çabuk uzaklaşıyorlarmış gibi görünecektir.

Toplardan birinin üzerinde yaşayanlar, kendi toplarını durağan olarak göreceklerdir. Bu kişiler, yakındaki topların yavaşça uzaklaştığını ve uzaktaki topların hızla uzaklaştıklarını göreceklerdir. Çok uzaktaki toplar (ufkun ötesindekiler) ışık hızından daha hızlı uzaklaşıyor olabilir; ancak bu kişiler onları göremez, yerel olarak evrenin kendi bulundukları bölümü

Kaynak: http://www.bulutsu.org/evreninharitasi/bigbang.php

Mantık,kıyas,hatalı mantık,safsata nedir?

Standart

Mantık, doğru düşünmenin kurallarını inceleyen felsefi bir disiplindir.

Bu açıdan mantık, bilginin doğruluğunu değil, bilginin doğruluğunu ifade eden düşünce ve kavramların kendi içsel bütünlüğünün doğruluğunu inceler. Böylece mantıksal olarak doğru olan bilgi ve bilim anlamında yanlış olabilir.

Mantık, düşünmenin kural bakımından incelenmesi olduğundan formel yani biçimsel özellik gösterir.Formel Mantığın en önemli temsilcisi bu konu üzerine altı kitap yazan Grek düşünür Aristotalestir.Onun ölümünden sonra yazdığı eserler Organon adı altında bir araya getirilmiştir.

Mantık “kıyas “ denilen düşünme yöntemini kullanır.Bu esnada “çelişmezlik ilkesi”, “yeter neden ilkesi”, “üçüncü durumun olanaksızlığı” gibi ilkelere bağlı kalır.

Bu düşünme biçimi bütün bir orta çağ boyunca hakim olan Skolastik düşünce biçimiydi. Biçimsel mantığın soyutlamaları, gerçek dünyayı ancak çok dar sınırlamalar içinde ifade etmeye yeter. Bu soyutlamalar tek yanlı ve statiktirler, ve özellikle hareket, değişim ve çelişki gibi karmaşık süreçlerle uğraşırken umutsuz derecede yetersizdirler.Ortaçağ Hıristiyan düşüncesi elindeki dogmalardan hareket ederek Aristonun formel mantık ilkeleri ile meleklerin cinsiyeti dahil pek çok akla gelmeyecek teolojik meseleyi tartışmakla vakit kaybetmiştir.

Bu esnada Aristo’ya haksızlık etmemek gerekir.Zira bu büyük düşünür için kıyas muhakemenin yollarından sadece birisiydi.Ancak Aristonun diyalektik dahil yazdıklarından yalnızca biçimsel mantık ile ilgili olanlar Kilise tarafından alınmış ve orta çağ boyunca Aristo düşüncesi cansızlaştırılmıştır.Rönesans ve reformasyon ile birlikte biçimsel mantık gözden düştü.Kant’ın “saf aklın eleştirisi” ile başlayan biçimsel mantık eleştirisi Hegel ile doruğa ulaştı.Hegel hareket halinde olan şeyleri içeren,çelişkiler ile baş etmeyi bilen diyalektik düşünce biçimini ortaya koyarak Aristo mantığını devrini kapatıp bir çığır açmış oldu.Sembolik mantık ise matematiğin devreye girmesi ile Leibniz ve daha sonra Bertrand Russel tarafından geliştirilerek bu günkü halini aldı.

Kıyas; en az iki öncül önermeden yola çıkılarak zorunlu olarak yeni bir önerme;bir sonuç önermesi elde edilmesidir.Bu esnada tümevarım,tümdengelim veya analoji (benzetme) metotlarını kullanır.

Kıyasa Kant ve Hegel tarafından eleştiriler yöneltilmiştir.Kıyasın,aslında yeni bir şey öğretmediği,sonucun öncüllerin içerisinde zaten gizlice var olduğu ,aldatıcı bir şekilde muhakeme görünüşü verildiği şeklinde eleştirilmiştir.

Kıyas Yöntemleri:

Tümdengelime , tümevarımave analoji (benzerliğe)dayanan üç tür kıyastan bahsedebiliriz.

Tümdengelime dayanan kıyas:
İlk önerme yasayı gösteriyor.

1.Önerme: Tüm insanlar ölümlüdür
2.Önerme: Sokrates de bir insandır
3.Önerme: O halde Sokrates de ölümlüdür.

Kıyas tümevarıma yönelik Kıyas: Bir özel öncülden genele gitme hali:tümevarımdır. (Endüksiyon)

1.önerme:Öğretmen maaşı geçinmeye yetmiyor
2.önerme:Doktor maaşı geçinmeye yetmiyor
3.önerme:Hakimlerin maaşı geçinmeye yetmiyor

Sonuç: O halde memur maaşları geçinmeye yetmiyor

Kıyas yolu:analoji tipi kıyas

1.önerme:Akıl Tanrıya benzer.
2.önerme :Akıl görünmezdir
Sonuç önermesi:O halde Tanrı da görünmezdir.

Analoji tipi kıyas “varsayımsal” oluyor.Yani birinci önerme de iki şey birbirine benzetiliyor.Ama gerçekte iki şey ne kadar benzerdirler?Bu tip kıyası “kesinlik” gerektiren felsefe ya da bilimsel konularda değil,pratik maksatla günlük hayatta kullanabiliriz belki

“Gül kardeşi Ayşeye benziyor,Ayşe çalışkandır,o halde Gülde çalışkandır gibi…”

MANTIK HATALARI-SAFSATALAR

Aristonun geniş biçimde incelediği mantık hataları kıyas yaparken hatalı önermeler kullanılması ile oluşur.Safsata ise kelime anlamı ile boş,temelsiz ,asılsız söz demek.Çoğu kez bilerek ya da bilmeyerek yapılan mantık hataları sonucu ortaya çıkıyor.

Şimdi mantık hatalarına yakından bakalım…

1- Sınırsız genellemeler ile yapılan akıl yürütmeler (Dicto simpliciter-fallacy of accident):

İstisnaları göz ardı ederek yapılan akıl yürütmelerdir. “Bütün”, “her”, “asla”, “daima”, “her zaman”, “hiç bir zaman” gibi kelime ve tâbirlerin geçtiği hükümlerin yanlış oldukları, birkaç istisnâ göstererek ispatlanabileceği için bunları kullanırken çok dikkatli olmak gerekir.

Örnekler:
“Bütün kuşlar uçar”
“Bütün domatesler kırmızıdır”
“İnsanları kesmek (her zaman) suçtur,cerrahlar da insanları keser,o halde cerrahlar da suçludur.”
“İnsanların evine izinsiz girmek (her zaman) suçtur,itfaiyeciler insanların evine izinsiz girer,o halde itfaiyeciler suçludur.”

“Her zaman ,hepsi”gibi ifadeler kullanılmadığında dahi doğan anlam “her zaman,hepsi” gibi ifadeler kullanıldığı gibi olduğundan sonuç aynıdır.O yüzden önermelerde ya “hepsi,her zaman” ya da “bazıları”bazen” ifadeleri kullanılmalıdır.

Bir hükmü ispatlamak, inkâr etmekten daha kolaydır. Bir hükmü geçersiz saymak için, o hükümle ilgili bütün noktaların bilginiz dahilinde olması gerekir. Yani, “yok” diyebilmek için, bu “yok” ile alâkalı bütün ‘var”ları bilmeniz gereklidir. Meselâ, bir kitap içinde herhangi bir cümlenin olmadığını iddia ediyorsanız, bu iddianızı ispatlamak için, kitaptaki her bir cümleye vakıf olmanız gerekmektedir.Her zaman bir istisna çıkabileceğinden sınırsız genelleme yapmaktan kaçınmaya çalışılmalıdır.Bütün kuğular beyazdır demek için bütün kuğuları tek tek görmek gerekir.İçlerinden bir tekinin rengi beyazdan başka bir renk ise önermeniz yanlış çıkacaktır.

2-Özelden kalkıp genelleme yapan önermeler (a dicto secundum quid ad dictum simpliciter)

Tek tek görülen olguları kolayca genellemeye kalkma yanılgısıdır.
“Bu güne kadar gördüğüm bütün kuğular beyazdı,o halde bütün kuğular beyazdır.”
“Şu okulda üç kişiyi sigara içerken gördüm, demek ki okuldaki herkes sigara içiyor.”

3- Önyargıya dayalı hatalar (Argumentum Ad Hominem):

Önermeyi yapan kişinin güvenilirliği eleştirilerek edilerek reddedilir.Örneğin mahkeme salonunda savcı tanığa dönerek şöyle der: “Sanığın suçlu olmadığını söylüyorsunuz ama biliyoruz ki sizde bir suçlusunuz,o halde ifadenize güvenemeyiz ve tanık suçludur.”
Yahut: “Hakem penaltı kararını doğru vermedi,zira kendisi ceza sahasında düşürülen çocuğun babası olur”
“Anayasa mahkemesinin AKP yi kapatmama kararı yanlıştır.Çünkü mahkeme başkanını daha önceden AKP oraya atamıştı,o halde mahkeme taraflı karar vermiştir”

Bu tür mantık her ne kadar haklı bir perspektiften bakıyor gibi görünse de sonucun doğruluğu garanti edilemez

4- Merhamet uyandırarak gerçekleri saptırmak (Ad Misericordiam):

Hisleri istismar etmekten doğan hatalardır.
“Şu adam başkan olsun, çünkü annesi yaşlıdır, karısını da yeni kaybetti.”

Yakın tarihten safsataya bir örnek,
Bülent Arınç:Burdur 16.11.2009 Radikal gazetesi:

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hükümetin icraatlarını överken Erdoğan için ““Bak Tayyip bey bile ne halden ne hale geldi. Arınç, şöyle devam etti:
“Allah ve millet bizimle beraber. Öyle öften, pöften, tanktan, toptan, tüfekten korkarak yola çıkmadık. Onun bunun kaşını, gözünü oynatmasından korkacak değiliz.”
Arınç iktidar olmanın insanı yorduğunu, geceleri uykularını kaçırdığını anlatırken de Erdoğan’ı örnek gösterdi:
“Bak Tayyip bey bile ne halden ne hale geldi. O civanım delikanlının şimdi gözlerinin altı morardı, düşünüyor. İktidar sorumluk ister, yorulmak, bazen ağlamak ister.”

5. “Hakikata zıt Faraziye (Hypothesis Contrary to fact):

Geçmişte olduğu veya gelecekte olacağı farzedilen olayları ileri süren akıl yürütmeler.Bu olayların böyle olduğu veya olacağı şeklinde açık kanıtlar yoktur.

“Bu pidelerden yeseydin,anlayacaktın ne kadar güzel olduğunu.”
“Hitler, Rusya’ya saldırmayıp yeni cephe açmasaydı Naziler savaşı kazanacaktı.”

6. Yanlış kıyas -Kıyas-ı maalfarik- (False Analogy):

“Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas yani, doğru olmayan ve hakikate uymayan mukayese”

Benzetmelerde mutlaka benzetilen şeyler arasında fark olur.(teşbihde hata olmaz) Ancak aradaki farklar çok fazla ise ve kıyas esnasında sadece zayıf bir bağlantı üzerinden gidiliyorsa kıyas yanlış olacaktır.

    Örnek:

  • “Hekimler teşhiste güçlük çektikleri zaman tıp kitaplarına dönüp araştırma yaparlar,o halde tıp öğrencileri de sınavlar esnasında çıkartıp ders kitaplarına bakabilmelidirler.” (Doktorluk pratiği ile üniversite sınavları benzer şey değildir)
  • “Amerikaya ilk yerleşenler önce kızılderelileri temizlemekte haklıydı;sonuçta birkaç yumurta kırmadan omlet yapamazsın. (kızıldereliler ile yumurta benzer şeyler değildir)

6- Yanlış sebep-netice ilişkisi :

Olaylar arasında kurulan ilişki sadece zamansal birlikteliklerine veya birsinin diğerini öncelemesine dayanmaktadır.
a. Post Hock-tam adı:“Post hoc ergo propter hoc)Birbirini takip eden olaylar arasında nedensellik ilişkisi kurmaktır. “Sonra gelen önce gelenden dolayı böyle oldu” mantıki safsatadır.İki olay ard arda geldiğinde ikinci olay ilk olaydan dolayı ortaya çıkmış gibi değerlendirilir.Post Hoc olarak kısaltılır ve sahte neden,sadece korelasyon,aynı anda olmayla ilişkili korelasyon(bağıntı) diye bilinir.

Diğer faktörleri dışarıda bırakarak sonuç olarak görülen şey ondan önce vuku bulan şeye bağlanır.Büyüsel düşüncede,batıl inançlarda görülen geçersiz mantık uygulamasıdır.
A oldu,sonra B oldu.O halde A, B nin sebebidir.

    Örnek:

  • “Ne zaman şemsiyemi unutsam yağmur yağıyor; demek yağmurun yağmasına şemsiyemi unutmam sebep oluyor.”
  • “17 Ağustos depremi yanlış yolda yürüyen ,dininden sapan insanlarımıza bir cezadır.”

7. cum hoc ergo propter hoc (with this therefore because of this)

Aynı zaman dilimlerinde birlikte görülen iki olay,yeterince delillendirilmeden ve üçüncü faktörün etkisi hesaba katılmadan birisi diğerinin nedeni gibi sunulur.,
• A ,B ile ilişkili gibi görünmektedir.
• Bu yüzden, A B’nin nedenidir.

    Örnek:

  • Gece ışık açık uyuyan çocuklarda daha sonraki yaşlarında myopi gelişmesi sık görülür.”
    Bu sonuç, Pennsylvania Üniversitesi Medical Center da yapılıp 13 Mayıs 1999 Nature dergisinde kapak konusu olarak yayımlanmıştı.Fakat sonraki bir çalışma Ohio State Universitesinde yapıldığında, myopi gelişimi ile ışığın açık uyunması arasında ilişki bulunmadı fakat ebeveyndeki myopi ile çocukta myopi gelişmesi arasında ilişki buldu ve myopik ebeveynlerin çocuğun yatak odasındaki ışığı çoğu zaman açık bıraktıklarını ekledi.

8. Bilinmeyene başvurma :(appeal to ignorance-argumentum ad ignorantiam)

İddiayı ispatlamak için aksini ispatlamanın imkansızlığına ya da zorluğuna dayanmak dayanmak. “Yanlışımı göster,gösteremiyorsan haklıyım demektir.”

    Örnek:

  • “Kimse aksini kanıtlayamadığına göre Tanrı vardır.”
  • “Yeni uygulanmaya başlayan deneysel kemoterapi işe yarıyor olmalı zira geri dönüp şikayet eden hastaya rastlamadım.”(belki hepsi ölmüştür)

9. Sadece iki ihtimal üzerine kurulu hükümler (Either or):

“A, B’den ya büyüktür veya küçüktür” (Eşit de olabilir.).

    Örnek:

  • “Eğer sen başkalarını manipüle etmeye kalkmazsan onlar seni manipüle edeceklerdir.”
  • “Gelecek seçimlerde AKP yi yine seçmezseniz Türkiyenin geleceğini karartırsınız.
  • “Eğer kapitalizm çökerse yerine komünist totaliter düzen(faşizm) gelecektir.O yüzden bu düzene razı olmak en iyisidir.

10.Sahte ikilem (false dilemma):

İkisinin de sonuna kadar gidildiğinde kötü sonuçlar doğrucakşekilde ikilem sunan safsata.

“Ya büyük bir araba alır maaşını benzine yatırırsın,ya da küçük bir araba alıp kaza esnasında hayatını tehlikeye sokarsın.

11.İşaretleri hatalı algılama (faulty sign)

    Örnek:

  • “Karım ,ben işten eve geldiğimde kapıyı hep geç açıyor.Benden gizli birileri ile görüşüyor olmalı.
  • “Patron ofisten içeri girdiğinde yüzü çok gergindi ,herhalde birimizi işten atacak”

12.İki yanlış bir doğru eder:

Kendi haklılığını kanıtlamak için başkasının benzer yanlışını ileri sürmek

    Örnek:

  • “Ermeni soykırımından söz edenler önce dönüp kendi ülkelerinde Kızılderililere ne yaptıklarına baksınlar”
  • “AKP ye neden milletvekili dokunulmazlığını kaldırmadınız diyenler kendi hükümet dönemlerinde kaldırmışlar mıydı?”
  • “Bize Apo’yu asın diyorsunuz,siz kendi iktidarınızda Apo’yu asmış mıydınız?”

13.Kanıtlanmış farzedilen öncül ile varılan sonuç (beggin the question- (petitio principii)

:Sonuç cümlesi öncüllerin yeterince ispatlanmış,haklı öncüller olması halinde anlam ifade eder.Eğer öncül ispattan yoksun,öznel bir fikirden ibaret ise sonuç cümlesi yanlıştır.

    Örnek:

  • “Kürtaj cinayettir.Cinayet de bir suçdur.O halde kürtaj suçdur.”
    Burada kürtajın cinayet olduğu faraziyesi ispata muhtaçtır.Kürtaj cinayet üzerinden suça bağlanmak istenmektedir.
  • “Tanrının varlığını biliyoruz. Zira , O’nun yarattığı mükemmel düzeni(dizaynı) gözlerimizle görebiliyoruz.
    Bu düşüncenin sonuç cümlesi “Tanrı vardır” şeklindedir.Öncül ise gözlerimizle gördüğümüz mükemmel düzeni yaratan,dizayn eden bir tanrı olduğunu zaten farz etmektedir.Öncül (düzenin mükemmel olduğu ve yaratıldığı) ispata muhtaçken sonuca varılamaz.
  • “İncil tanrı vardır demekte.İncil de hep doğrular yazılmıştır.O halde tanrı vardır.
    İncilin doğruları yazdığı ispata muhtaçtır.

14.Sahte neden uyduran safsata (Fallacy of False Cause veya Non Sequitur):

Öncül ile sonuç arasında kurulan nedensellik ilişkisi ya ilişkisiz ya tamamen absürddür. Absürd hali ile mizahın konusudur.Mantıkta bir argümanın sonucunun öncüllerini takip etmeden çıkarılmasıdır. “not sequenced” olarak ingilizceye çevrilebilir.

    Örnek:

  • “Zafer bizimdir,zira tanrı büyüktür.”
    Tanrı büyük olabilir ama bu ne zafer kazanmanın gerekçesidir ne de haklı olduğunuzun
  • “Daha bulaşık yıkamayı bilmeyen adamsın, bana gelip rusya’nın dış politikasını eleştiremezsin”
    Bulaşık yıkamayı bilmeme ediminden rusyanın dış politikasını bileme sonucu çıkmaz..Kastedilen şey söz konusu kişinin işe yaramaz bir insan olduğu fikridir belki ama mantık olarak cümle safsatadır.Malesef bu tür çıkarımları günlük hayatta çok sık yapmaktayız.
  • “Eskiden kaç köşe yazarı vardı,şimdi kaç köşe yazarı var.İki saatte köşe yazıyorsun.Sen ne marifetli adamsın bakayım.(niye hükümetimizi eleştirdiklerini biliyorum çünkü kötü yazar hepsi de)”
    RTE
    Çok köşe yazarı olmasından , bunların hızlı yazı yazmalarından,hükümeti eleştirmelerinden kötü yazar ve gazeteci oldukları sonucu çıkmaz.

15.Toplum genelini referans göstererek sonuca giden safsata(ad populum):

Vardığı sonucu desteklemek için sağduya seslenmek ya da toplum genelinin öyle düşündüğüne,yaptığına atıfta bulunmak

    Örnek:

  • “(koca karısına hitaben) Evet seni aldatmış olabilirim ama bilirsin bütün erkekler zaman zaman eşlerini aldatırlar,bu kadarı normaldir”
  • “Evet seni işten çıkartıyoruz ama zaman böyle şimdi,herkes işten çıkartılıyor”
  • “Bütün müşteriler sizin gibi davranırsa bu iş yürümez”
  • “Halk istedikten sonra laiklik de gidecek,şeriatta gelecek zaten.Ama kanlı mı kansız mı olacak onu göreceğiz?”(N.Erbakan)

16.Açık arayarak haklı yönleri gizlemeye yönelik safsata

“Hangi kadın samimiyetle erkeklerle eşit olmak ister ki?(hiç biri istemez)Askere gidip kurşun yemek ister mi, nafaka ödemek ister mi?Erkeklerle aynı tuvaleti kullanmaya yanaşır mı?”

17.Yuvarlanan kar topu safsatası (slippery slope-snow ball)

Bir adım atıldığında onu da zorunlu başka adımların takip edeceği ve kaçınılmaz biçimde kötü olacak bir sonuca varılacağını işleyen akıl yürütmedir.

    Örnek:

  • “Eğer yüksek mahkeme kürtaja izin verirse,bir sonraki adımı düşün.Ötenaziye de izin çıkacaktır.Bu işin sonu da toplumda istenmeyen,fazlalık görülen yaşlı,özürlü kişilerin toptan imhasına kadar gider.”
  • “Eğer öğrencilerden birisine soru sorarak dersimi bölmesine izin verirsem,diğerleri de soru sormak isteyecek.Böylece bana ders anlatmak için hiç zaman kalmayacaktır.”

18.Öncülün ekstrem noktalara çekilmesi ile yapılan safsata (appealing to extrem)

Yuvarlanan kar topu safsatasına benzer.Ancak iddia ekstrem noktaya çekilirken aradaki zorunlu nedensel basamaklar atlanır.

Örnek:Koca boşandığı karısına şöyle der:Her şeyi milimi milimine eşit bölüşmek istiyorsun demek.O halde sen benim bir testisimi al ben de senin göğüslerinden birisini!

19.Totoloji:

Aynı ifadeyi değişik sözlerle tekrarlamaktan ibaret safsata.Aynı şey söylendiğinden ifade görünüşte tutarlı görünür.Ancak bir sonuca varılmış olmaz.

    Örnek:

  • “İncil tanrının sözüdür.Bunu bize İncil söylediği için biliyoruz”
  • “Sen mutabık kalması imkansız bir insansın.Eğer bu sözüm üzerine de mutabık kalmazsan bu tam söylediğim gibi senin kimseyle mutabık kalamayan bir insan olduğunu ispatlayacaktır.”
  • “Hastalığın iyileşince, geçecektir.”

20.Otoriteyi referans gösteren safsata:

Önermenin doğru olduğu sonucuna otorite örnek gösterilerek varılır.

“Başbakan aşı olmayacağını söylediyse,aşının kesin yan etkileri vardır.”

21.Çamur at izi kalsın şeklinde safsata soru: (loaded question veya many question)

Tek bir soru forumunda birkaç sorunun ve önyargının ifade edildiği safsatadır.
“Karınızı artık dövmediğiniz doğru mu?”

Soruya evet de denilse hayır da denilse soruya muhatap kişi bir şekilde karısını dövdüğünü kabul etmek durumunda bırakılmaktadır.

Kaynak: http://felsefeforumu.blogcu.com/mantik-kiyas-hatali-mantik-safsata-nedir/6519152

Prof. Dr. Ali Demirsoy’un Bir Röpörtajı (Geo Dergisi)

Standart

Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Demirsoy, Türkiye’de Evrim Teorisinin tartışılacağı bir zemin olmadığı düşüncesinde. Programlarında olmasına rağmen üniversitelerde bile evrimin hakkıyla ele alınmadığını belirten Demirsoy’a göre, topluma dogmatik düşünceler hâkim oldukça durumun değişmesi zor gözüküyor.

Bugün Türkiye’de kaç üniversitenin programında Evrim Teorisi dersi var?

Program olarak çoğunda var ama yaklaşık 81 üniversitenin 50’sinde zorunlu değil. Göstermelik olarak açılıyor ve içeriğine bakıldığında da verilmesi daha kötü sonuçlara yol açıyor. Çünkü evrim dersini anlatan kişilerin bilgi düzeyleri yeterli değil. Bu yüzden dersi geçiştirmeye çalışıyorlar. Bir kısmı da ideolojik nedenlerle farklı şekilde anlatarak evrim dersinde evrim karşıtı fikirler işliyor. Türkiye’de bu ders belki beş üniversitede hakkıyla veriliyor.

Neden böyle?

Fizikte evrenin kuruluşundan bugüne yasalar aynıdır. Mesela oksijenle hidrojenin birleşme kuralları 12-13 milyar yıl önce nasıldıysa bugün de aynıdır. Ama yeni şekillenmeler vardır. Evren her saniye çeşitli şekillere bürünürken, canlılar da evrenin şekil değiştirmesine uyum sağlar. Bu nedenle sizin de evrim dersini anlatabilmeniz için fizik, kimya, jeoloji ve astronomiyi bilmenizin yanı sıra biyolojik canlıları da tanımanız gerekir.

Türkiye’de evrim derslerinde hangi kaynaklara başvuruluyor?

Derli toplu ilk evrim kitabı 1984 yılında benim tarafımdan yazıldı: “Kalıtım ve Evrim”. Son zamanlarda TÜBİTAK ve bazı özel yayınevleri çeşitli kitaplar çıkardılar. Ama burada önemle vurgulamamız gereken bir nokta var: Kendi dininde reform yapmış batı ülkelerinin evrimi anlatma mantığıyla, Türkiye’deki mantık arasında çok büyük fark var. 1.400 yıldır dini kuralları hiçbir reforma tabi tutmadan kabul eden bir toplumda, evrimi batı mantığıyla kitlelere anlatmaya çalışırsanız başarılı olamazsınız. Yaratılış kuramı, tanrısal kelam olarak toplumu etkisi altına almış vaziyette. Nitekim üniversitelerde yapılan bir araştırmaya göre; öğrencilerin yüzde 70′i evrime inanmıyor, yüzde 20’si yetersiz buluyor; ancak yüzde beşi inanıyor. Türk toplumunun evrime bakışı diye bir bakış zaten söz konusu değil. Yüzde bir-iki adamın evrim kuramını sindirmesi veya biraz anlaması, toplumun da anladığı anlamına gelmez. Türk toplumu evrim kavramına yabancıdır.

Sizce ne yapılırsa Evrim Teorisi Türkiye’de en azından konuşulabilir hale gelir?

Türk insanının evrimi algılayabilmesi için en azından geçmişteki ve bugünkü doğal varlıklarıyla yakın ilişki içinde olması lazım. Biz diyoruz ki; 10.000 tane bitkimiz, 50-80.000 arasında hayvanımız var. İsim koyduğumuz bitki sayısı 300, hayvan sayısı ise 400 civarında. Bunlar da günlük olarak yediğimiz, kullandığımız canlılar. Doğru dürüst bir doğa müzesi kuramamışız. Son zamanlarda yapılanlar hariç kataloglandırılmış bir şeyimiz yok. Bu kadar doğaya yabancı olan bir topluluktan evrime katkı beklemek söz konusu olamaz. Maalesef üniversite hocaları da temel çelişkiyi tam anlamıyla ortaya koyamadılar.

Bunun sebebi ne?

Bilim adamı kadrosundan maaş alan insanlar, biraz köktendincilerden çekindiklerinden, biraz makam kaygısından, biraz da konunun önemini kavrayamadıklarından sürekli televizyonlarda boy gösterip Evrim Teorisini kutsal kitapla örtüştürmeye çalışıyor. Halbuki New York, Paris, Moskova Bilimler Akademisi evrende değişmeden kalacak tek kuramın evrim kuramı olduğunu beyan etti. Evrimin içinde bütün kurallar değişmiş olsa da, evrim kuramının kendisi değişmiyor. Sürekli değişen yeni canlıların, gezegenlerin, yıldızların, oluşumların ortaya çıktığı bir evrende, Evrim Teorisinin karşısında hiçbir şeyin değişmeden kalabildiğini iddia eden bir dini sistem var. Dolayısıyla din ile evrim kuramı arasındaki farklılığı temelden görmek ve kabul etmek lazım. Ya dini inançlarınız vardır; o kuralları hiç değişmeden kabul eder, evrim kuramını reddedersiniz. Ya da değişmeyi kabul ederken, dini inançların folklorik ve mitolojik bir değer olarak toplumda yaşamasını savunsanız bile, benim gibi bunların bir toplumun esas kuralı olduğunu reddedersiniz. Tabii bütün bunları anlatabilmek için kesinlikle orta eğitimde fizik, kimya, biyoloji derslerine daha geniş yer verilmesi lazım. Ayrıca doğa tarihi ve bilim müzeleri ile yeni nesillere uygar bir şekilde doğanın mekaniğinin küçük yaşlardan itibaren vermesi gerekli.

Evrim Teorisinin kutsal kitaplarda yer alan sözlerle ilişkilendirilmesi konusundaki fikriniz ne?

Bazı hadis ve ayetlere dayanarak evrimi açıklamaya çalışıyorlar. Halbuki bunlar temelde iki farklı kavram ve yan yana gelmesi de kesinlikle mümkün değil. Burada sadece İslam’ı değil, Hıristiyanlığı ve bütün yaratılış kuramının anasını oluşturan Tevrat’ı da kastediyorum. Kuran yaratılışla ilgili bütün bilgileri Tevrat’tan almıştır. Tevrat da Sümer mitolojisinden esinlenmiştir. Aradaki çelişkiyi halka açıklamadığınız sürece evrim kavramını hiçbir surette yerleştiremezsiniz. Bunu yapamayınca da toplumun değişikliklere uyumunu sağlayamazsınız. Evrim karşıtları evrimcileri, “Bu yaprağın rengi, şekli niye böyledir” türünden sorularla alt etmeye çalışır. Bu noktada evrimcilerin yaptığı bir hata var. Kalkıp tutucu kesime uzun uzun bunları anlatmaya çalışıyorlar. Halbuki böyle yapmayacaksınız. Siz de onların mantığının üstüne basacak, “O halde siz açıklayın” diyeceksiniz. Çünkü sizin evrende nedenini açıklayamayacağınız hiçbir şey yoktur. Ama bu zamana ve maddi kaynağa bağlı bir iş.

Amerika’dan dünyaya yayılan “Akıllı Tasarım” kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biyolojik sistemlerin aslında çok akılsızca tasarlandığını vurgulamak istiyorum ve soruyorum: Nasıl bir tasarım olsaydı normal veya akılsız tasarım olacaktı? İnsan çok akıllı bir tasarımın ürünü değil. Bugün genetik olarak ismi konmuş 9.000 çeşit hastalık var. Bir fabrika düşünün ki 9.000 çeşit hatayla üretim yapıyor. Bunun yanı sıra prostat, apandisit, yirmilik diş gibi bazı yanlış oturtmalar var. Sonra erkekler neden sünnetli doğmuyor? 2.000 yıldan beri en az on milyon çocuğun enfeksiyon yüzünden öldüğünü söyleyebiliriz. Tanrısal bir tasarım, sünnetli dünyaya getirerek bu kadar suçsuz insanın ölmesini önleyebilirdi. Başka bir örnek de kaslarımız. Boyları kemiklerimizin boyuna uygun olmadığı için vücudumuzda ağrılar oluyor. Her şeyi bir yana bırakın doktorluk diye bir meslek var. Doktorluk hasarlı tasarımı ortadan kaldırma mesleğidir.

Türklerde merak duygusu eksiktir diyorsunuz. Bunun açıklaması ne?

Bunu hep şöyle açıklıyorum: Tam 400 yıl o bölgeye hâkim olmasına rağmen, Osmanlı’da Mısır’daki piramitlere dair yazılmış tek bir sayfa yok. Bir adam gönderip 150 adım boyu, 50 adım eni dememişler. 10.000 aileden birinde şecere vardır. Sokakta bir adama dedesinin babasının adını sorsanız söyleyemez. Dedesinin babasının adını merak etmeyen insanlardan oluşan bir toplum, dinozorların kökeni konusunda tanrısal kavramlara dayanarak fikir beyan ediyor!

Türk insanının merak etmemesinin evrimsel bir açıklaması var mı?

Tabii ki var. Değişmez dini kuralları yaşam tarzı olarak kabul eden toplumlar çoğunlukla merak duygularını bastırır. Çocukken anne babamıza, “Tanrı var mı yok mu” diye sorduğumuzda ya bize vurmuş ya ağzımızı kapatmışlardır. Eğer bir çocuk, daha o çağda bazı şeylerin yasak olduğu için düşünülmemesi gerektiğine alıştırılmış ise o çocuğun artık ileride bir doğabilimci olarak yetişmesi mümkün değildir. Değişmez inanç kurallarını ilke kabul eden bir düşünceyle bilim yan yana yürüyemez. Türk toplumu giderek evrim düşüncesinden uzaklaşıyor.

Türkiye’de evrim kavramı yerleşmiş ve merak duygusu gelişmiş insanlar olsaydık, bugün nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk?

Tabii böyle bir şey hayal. Geçmişte de bu işi çok kolay yapabileceğimizi düşünmedik. Biyoloji daha önceki pek çok araştırmaya gerek duyduğu için geç gelişmiş bir bilim dalıdır. Çok boyutlu düşünebilmek için dogmatik düşünceleri bir kenara bırakmak gerek. Ama şunu söyleyeyim: Eğer biz değişmeye açık bir toplum olsaydık, kesinlikle Schröder ülkemize “Türkiye’ye girebilmek için” gelecekti.

Sizce çok boyutlu düşünmeye ne zaman başlayacağız?

Bakalım… Ümitsiz değilim ama çok da ümitli olduğumu söyleyemem. Amerika’nın şu anki konumu köktendincileri tetikleyen ve kışkırtan bir yapıya sahip. Kalvenist Kilise’nin aldığı kararlar çok etkili. İsa’nın Tanrı olduğuna inanmayanların öldürülmesinin insanlık suçu olmadığını söylüyorlar. Bu durumda Irak’taki insanların öldürülmesi insanlık suçu olmuyor. Köktendinciliğe bu kadar önem veren bir egemen gücün elindeki bir dünyada Türkiye’nin yolunu bulmasında da birtakım zorluklar olabilir.

Evrim Teorisiyle ilgili fikirlerinizi Kuran ile uyumlu biçimde sunmanız konusunda bir teklif almışsınız geçmişte. Bu teklif yaratılışçılardan mı gelmişti?

Evet. “Kalıtım ve Evrim” kitabım çıktığı zaman, yabancı kökenli bir şirkette çalışan iyi eğitimli biri ziyaretime geldi. “Siz dinle bilimi birbirine en iyi bağlayacak insanlardan birisiniz. Kitaplarınızın bölümlerinin başına birer ayet koyun, size araştırmalarınızda kullanmanız için 100 yıllık öğretim üyesi maaşınızı defaten ödeyelim” dedi. Teklif edilen para o zaman bir milyon dolar civarında tutuyordu.

Türkiye’de Evrim Teorisi nasıl sunulsaydı belki üstünde düşünülebilirdi?

Sunulamazdı. Çünkü Türkiye’nin altyapısı bunu almaya hazır değildi. Bunu sunacak adam da yoktu ortada zaten. Avrupa’da Rönesans’ta olduğu gibi çok daha önce başlanması lazımdı böyle bir şeyin anlatılmasına.

Her yıl karşınıza 18-20 yaşlarında, evlerinde veya gittikleri okullarda bilinçleri dogmatik düşüncelerle doldurulmuş insanlar geliyor. Siz bilinçlerini nasıl açıyorsunuz?

Açamıyoruz. Sorun da orada. Bir insan yedi yaşına kadar dogmatik düşüncelerle doldurulmuşsa ondan sonra insan beynini açmak çok zor. Bu nedenle çocuk eğitimi çok önemli. Günahlarla, sevaplarla, cinlerle, perilerle yedi yaşına gelmiş birinin düşünce sistemini değiştiremezsiniz, ancak bilgisini arttırabilirsiniz. Bugüne kadar itiraz eden olmadı. Kafalarının karmakarışık olduğunu söylediler. Ama kısa zamanda yine eski düşüncelerine döndüler. Bırakın öğrencileri, Evrim Teorisi dersi veren hocalarımızın dahi düşüncelerini değiştiremedim. Hatta çok saygın, bu konuda kitap yazmış bir hoca bir gün bana, “Ali, sen gerçekten bu evrime inanıyor musun?” dedi. Verdiğimiz derslerin kökten bir değişiklik yaptığına inanmıyorum ama dalgalandırıyoruz.

Evrim kavramına bu kadar yabancı ve merak duygusundan bu kadar yoksun bir toplumun içinden nasıl oldu da sizin gibi biri çıkabildi?

Benim evrimsel bir mantığa ve düşünce yapısına sahip olmamı sağlayan babamdır. Annem de babam da namaz kılardı ama babam liseye kadar benim dini eğitim almama izin vermedi. Kuyumcuydu, köylüydü ama iyi bir düşünürdü.Ters bir fikrin de doğru olabileceği fikrini bana aşıladı babam. Dini dogmalara eleştirel gözle bakarak büyüdüm. Zooloji, biyoloji tahsili yapınca da dama taşlarını yerlerine oturtmaya başladım. Bütün çabam bu tabuyu başkalarına da gösterebilmek.

Bu yazı Geo Dergi’sinde yayınlanmıştır.

İkincil Kaynak: http://realityofevolution.wordpress.com/2009/07/20/prof-dr-ali-demirsoyun-bir-roportaji-geo-dergisi/

Müslümanlara Öneriler (İman Koruma Kılavuzu)

Standart


Sevgili müslüman kardeşlerim,

Neredeyse tüm yazılarımda sizin kutsal değerleriniz küfrettim. Bu yazımda Allah’a, resulü Muhammed’e ve sizin için seçtiği din İslam’a hiç küfür etmeyeceğim. Çok şeyler yazdım, çok şey denedim ama sonunda sizi ateist yapamayacağımı anladım. Madem ateist yapamıyorum bari verdiğim zararı düzelteyim düşüncesiyle bir yazı hazırladım. Bu yazının amacı sizin imanınızı imanınızı korumak ve güçlendirmektir.

Maddeler halinde sıralıyorum, buyrun…

1. Aklın fitnesine kapılmayın. İmanın en büyük düşmanı akıldır. İnsanın aklı cüz’idir, kifâyetsizdir; atomu anlar, onun altını anlamaz, onu da anlasa en altını bilemez, evreni bilir, sınırları nerede bilemez, onu da bilse evrenin dışında ne var bilemez. Gördüğünüz gibi insan aklı sınırlıdır. O yüzden aklın fonksiyonları olan mantığa ve eleştirel düşünceye ve deneye dayalı bilgi birikimine kapılarınız sıkıca kapatın. Bilim denilen illet bu üçünün veledü zinasıdır. Bilimsel herhangi birşey okumayın. Özellikle astronomi, astrofizik ve biyolojiden uzak durun. Bilimin zirve noktalarından biri olan Amerikan Ulusal Bilim Akademisine üye dünyanın en elit bilimadamlarının %97’si ateisttir. Görüldüğü gibi bilimin sonu imanını kaybetmektir. Aman derim uzak durun.

2. Peygambere iman esastır. Akıl denen fitneyi yanlışlıkla kullanan mümin “Dağ başında bir mağarada yanlız başına bir adama melek gelip Allah’tan mesaj getiriyor, bir tane gören yok… Hem zaten herşeye gücü yeten Allah neden böyle bir yöntemle insanları yola getirmek istesin?” diye düşünüdüğü an imanı gider. Aman derim… Çok düşünmeyin… Allah’ın yöntemini sorgulamayın. “1400 yıldır çok şey değişti, insan yaşamı bambaşka bir şekil aldı, Allah son elçisini neden 1400 önce gönderdi? Şimdi de elçi gönderse ya” diye düşünen küfre düşer. Allah alemleri nur Muhammed’in yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. Bunu böyle bileceksiniz, iman edeceksiniz.

3. Kuran Allah’ın kelamıdır. Allah’ın kelamının Arapça olmasında hikmetler vardır. Kuran’ın Türkçe ya da başka dillerdeki mealleri yetersizdir ve -ASLA- Kuran’ın kendisi değildir, Kuran’ı yansıtmaz. Shakespeare’in bir sonesi İngilizce aslında değerlidir, asıl tadı ve asıl anlamı İngilizce aslındadır. Çevirileri o tadı vermez. Kaldı ki Shakespeare zavallı bir fanidir. Alemlerin rabbi olan yüce rabbimizin kelamı bir faninin yazdıklarından daha büyük anlam taşır ve bu anlam ancak Allah’ın kullanmayı tercih ettiği Arap dilinde ortaya çıkar. ASLA ve KÂT’A Kuran’ın Türkçe mealini okumayın. Okursanız kafanız karışır, imanınız gider. Kuran’ın Arapça’dan başka dillere çevrilmesi Şeytan’ın en büyük fitnelerindendir. Kuran’ın sihri Arapça aslındadır. Anlamasanız bile aslını okuyun. Zaten Allah anlamanızı istese kalbinize ilham ederdi. Ama Arapça olarak göndermiş işte.

4. İslam tarihiyle ve özellikle peygamberin hayatı ile ilgili hiçbir şey okumayın. Geçmiş, geçmiştir. Siz önünüze bakın. O günün şartları geride kaldı. Olur da tarihe bir gözatayım derseniz Şeytan fitneyi kalbinize eker.

5. Kader ve Allah’ın sıfatlarının tecellisi gibi konulara asla kafa yormayın. En güzeli “Allahüalem” demektir. İlk maddeyi hatırlayın. Küçücük beyninizle herşeyi bilemez, anlayamazsınız. Sizin aklınızın ötesinde şeyler var… Kader de bunlardan biridir. Sorgulamayın.

6. “Allah neden sadece Arap yarımadası ve çevresine peygamber göndermiş” diye sormayın. Allah 124.000 peygamber göndermiştir. Herşeyin binlece yıldır yazılı kayıt altında tutulduğu Çin’in kayıtlarında bir tane peygamber olmaması sizi şaşırtmasın. Açıklaması basittir; Şeytan Çin kayıtlarından olduğu gibi, diğer uygarlıkların kayıtlarından da nice peygamberi çıkartmıştır.

7. Gazete, televizyon vs. her türlü haber kaynağından uzak durun. Hele şeytanın büyüğü Internet’ten uzak durun. Bu yazı Internet’te okuduğunuz son yazı olsun. Hemen kapatın. Sakın dünyada olup bitenden haber almayın. Müslüman ülkeler şöyle sefil, İslamcı terör böyle vahşi diyorlar… Allah muhafaza, izlersiniz imanınıza zarar gelir. Bu Internet denen şeytanda bu site gibi zındık siteler var, Allah yok diyorlar, aklın arabasına binmişler cehenneme doğru gidiyorlar. Aman kapılmayın.

Benden size tavsiye, yazdıklarımı iyice okuyun, anlayın. Ben bu saydıklarımın hepsini yaptım, sonunda ateist oldum. Sorgulamadan inanıp hakkı ile iman etmeyi başaramadım. Siz de benim gibi cehenneme odun olmak istemiyorsanız sözlerime kulak verin.

Sevgiler, saygılar
Bilgehan

Kaynak: http://bilgehanbengi.blogspot.com/2009/10/muslumanlara-oneriler-iman-koruma.html

Din Üzerine Sözler

Standart

Din, sıradan insanları sessiz tutmak için mükemmel bir alet. – Napolyon

Dünyada iki çeşit insan var: Aklı olan ve dini olmayanlar, dini olan ve aklı olmayanlar. – Abu’l-AlaAl-Ma’arri

İnsan en acımasız hayvandır. Trajedilerde, boğa güreşlerinde ve haça germelerde şu güne kadar kendisini en iyi hisseden oydu ve kendisi için cehennemi icat ettiğinde, sıkı durun, bu aslında en iyi cennetiydi. – Friedrich Nietzsche

Ne zaman dindar bir insanla konuşsam, ellerimi yıkayasım geliyor. – Friedrich Nietzsche

İman, gerçeği bilmek istememektir. – Friedrich Nietzsche

İnsanı yaratmak mı Tanrının büyük hatası; tanrıyı yaratmak mı insanın büyük hatası? – Friedrich Nietzsche

Her dakika övülmek isteyen bir Tanrıya inanamam. – Friedrich Nietzsche

Tanrınız öldü ve sadece cahiller ağladı. Ve eğer cehenneme inanıyorsanız, o zaman orada görüşürüz! – Friedrich Nietzsche

İman, şüphesiz, şu güne kadar dağları yerinden oynatamadı. Ama hiç dağ olmayan yere dağlar koyabilir. – Friedrich Nietzsche

Tanrı var olamaz çünkü var olsaydı onun ben olmadığıma inanamazdım. – Friedrich Nietzsche

Ruhunda sukunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar inanmalı ve iman etmelidirler. Ama hakikatın peşindeki insanlar iç huzurundan feragat etmeli ve yaşamlarını bu sorgulamaya adamak; kendisi ve hayatla yüzyüze gelmekten korkmamak zorundadır. – Friedrich Nietzsche

İman dolu bir insan, basitçe net ve gerçekçi düşünme yeteneğine kaybetmiş (veya hiç sahip olmamış) kişidir. Sadece aptal değildir; aslında hastadır. Daha da kötüsü tedavi edilemez. – Henry Mencken

Din insanın ciddiyetine ve saygınlığına bir hakarettir. Onunla veya onsuz, iyi insanlar iyi işler, kötü insanlar kötü işler yapabilirler. Ama iyi insanlara kötü işler yaptırmak dinin işidir. – Steven Weinberg

Bilim bize öğretebilir, ve sanırım kendi kalplerimiz de bize artık etrafta hayali destekler aramamamızı, göklerde müttefikler yaratmamamızı ama bunun yerine bu dünyayı, kilisenin yüzlerce yıldır yaptığı yer yerine, yaşamak için uygun bir yer haline getirmek amacıyla kendi çabalarımızı kullanmamız gerektiğini artık öğretebilir. – Bertrand Russell

Bütün dinlerin virüslerin salgınına çok benzer bir akıl hastalığı olduğunu düşünüyorum. Din mükemmel bir kültürel yapı. Ama bu onu gerçek yapmıyor ve beni gerçek ilgilendiriyor. Çiçek virüsü mükemmel bir virüs. İşini çok güzel yapıyor. Ama bu onun iyi olduğu, ve yok olmasını istemediğim anlamına gelmiyor – Richard Dawkins

AIDS, deli dana, ve bunun gibi bir çok hastalık hakkında kıyamet habercisi yorumları yapmak modaya çok uygun. Ama diyebiliriz ki iman, çiçek virüsüyle kıyaslanabilecek kadar, dünyanın en büyük şeytanlarından biri ama yok edilmesi daha zor. – Richard Dawkins

Din hiçbir işe yaramaz; gece yarısı karanlık bir mahzende orada olmayan siyah kediyi aramaktır. – Robert Heinlein

Din bir saçmalık. – Thomas Edison

Din, insanın alt üst olmuş kendi hayal gücüyle yarattığı var olmayan yaratıkların korkusuyla, insanın yargılama yeteneğini yok ederek, bütün akli yeteneklerini kaybettirdi ve insanı en sefil, acınası köle haline getirdi. – Robert Owen

Bilim adamlarının kesinliği yok ama delilleri var. Yaratılışçıların delilleri yok ama kesinliği var. – Ashley Montagu

Tarihte hiçbir din, hiçbir dönemde rasyonel bir temele sahip olmadı. Din, yardım olmadan billinmeyenle başa çıkamayacak kadar zayıf insanların koltuk değneğidir. – Robert Heinlein

Yaratılışçılar, bir teoriyi, bütün gece sarhoş olduktan sonra hayal ettiğin bir şeymiş zannediyorlar. – Isaac Asimov

Mantığı, analitik felsefeyi, matematiği ve bilimi sizi yoldan çıkarmak için Şeytan icat etti. Fazla rasyonel olmadan tövbe edin!

Tanrı dinozor fosillerini (ve evrim için var olan tüm genetik ve antropolojik delilleri) sizi kandırıp, onun var olmadığına inandırmak ve böylece sizi sonsuz cehennemle cezalandırmak için yarattı. ÇOK GEÇ OLMADAN TÖVBE EDİN!

Hayvanların dinin ve büyünün böyle absürd ve genellikle korkunç aptallıklarını yaptıklarını asla göremezsiniz. Sadece insan böyle mantıksızca davranır. Bu onun zeki, ama yeterince zeki olmaması yüzünden ödemesi gereken bedeldir. – Aldous Huxley

Eğer Tanrı gerçekten yoksa, onu yaratmamız gerekir. – Voltaire

Eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmemiz gerekir. – Mikhail Bakhunin

Dindar insanlar, tanrılarının sevgisi veya dinlerinin emirlerinin güzelliği hakkında ne söylerse söylesin, eğer davranışları başkalarına karşı yıkıcıysa ve şiddet doluysa, eğer başkalarına acı çektiriyorsa, biliniz ki o din yozlaşmıştır ve reform ciddi bir şekilde gereklidir. – Charles Kimball

Din şu an kadınların ilerlemesi önündeki ilk engel. Din insanları geriye götürüyor, bilime ve gelişmeye karşı çıkıyor. Din insanları doğa üstü güçlerin korkusuyla yutuyor. İnsanların mutluluğuna engel oluyor ve tercihlerini yaşamalarına asla izin vermiyor. – Teslime Nesrin

Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler. – Voltaire

Din . . . temel olarak korkuya dayanır … bilinmeye karşı duyulan korku, yenilgi korkusu, ölüm korkusu. Korku her acımasızlığın anasıdır ve o yüzden acımasızlık ve dinin el ele gitmesine şaşılmamalı. Benim din hakkındaki görüşüm Lucretius’la aynı. Onu korkudan doğan bir hastalık ve insan ırkına büyük bir mutsuzluk kaynağı olarak görüyorum. – Bertrand Russell

Tedavi edilemez derecede dindar, birçok insanın ruhi durumu. – Thomas Edison

Din gerçek sefaletin ifadesi, gerçek sefalete karşı protesto, ezilen yaratıkların iç geçirmesi, kalpsiz bir dünyanın duygusu, ruhsuz koşulların ruhu… İnsanların afyonudur. – Karl Marx

Din ve milliyetçilik, bunların yanında gelenekler ve ne kadar saçma olursa olsun herhangi bir inanç, sadece bireyi diğer insanlara bağlar ve bütün insanların en çok korktuğu şeyden kaçıştır: yalnızlıktan. – Erich Fromm

Evrenin sırlarının kabul edilebilir bir açıklamasının olmaması, bir tane yaratmamızı gerektirmez. – J. Benbasset

Din o kadar absürd ki embesilliğe yakın. – Henry Mencken

Kuzey Afrika’daki zenci bir kadının resmiydi. Korkunç bir kuraklık yaşıyorlardı. Ve ölü bebeğini kucağında tutup olabilecek en üzgün ifadeyle gökyüzüne bakıyordu. Resme baktım ve düşündüm: “Bu kadının tek ihtiyacı olan şey yağmurken merhametli ya da sevgi dolu bir tanrıya inanabilmek mümkün mü?” – Charles Templeton

Din %99’u şekerli kurabiye ve %1’i öldürücü arsenik olan fare zehiri gibidir. Din’in %99’u gerçekler ve iyi mesajlardır ama geriye kalan %1 sizi öldürebilir.

Cevapları diz çökerek, ve gözleri kapalı arayanlardan daha cahil ve işe yaramaz insanlar yoktur.

Din, sıradan insanlar tarafından doğru, zeki insanlar tarafından sahte, liderler tarafından kullanışlı kabul edilir. – Seneca

İnanmak, düşünmekten kolay. Bu yüzden, düşünenden çok inanan var. – Bruce Calvert

Eğer Kuran, Allah’ın varlığını ispatlıyorsa; çizgi romanlar da Supermen’in varlığını ispatlıyor.

Putların, Kabenin istediği: Kölelik; Çanların, ezanın dilediği: Kölelik; Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti, Nedir hepsinin özlediği? Kölelik. – Ömer Hayyam

Burada tanrı filan göremiyorum. – Yuri Gagarin (Uzaya ilk çıkan insan; yörüngedeyken üsse söylemişti)

Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.. – Mustafa Kemal Atatürk

Eğer Tanrı konuştuysa, niye herkes ikna olmadı? – Percy Bysshe Shelley

Bilginin kısa yolu olduğu iddia edilen iman, sadece aklı yok etmenin kısa yoludur. – Ayn Rand

Bana öyle görünüyor ki herkesin bilinen tüm dinlerden ayrılma görevlerini yerine getirmenin zamanı geldi. – John Stuart Mill

Kişi incelerse imanın her savunuluşunda mantığa bir saldırı bulur. İmanı kucaklamak, aklı terk etmektir. – George Smith

Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. – Mustafa Kemal Atatürk

Din, kendilerinin de zarar görebileceği kötü eylemleri yapan insanlara rasyonel bir taban ve teşvik sağlar. Din basitleştirir, din insanı şeytanlaştırır. Din insanlık dışı davranışları teşvik eder. Din gerçeğin ötesinde umutlar vadeder. Yüksek oranda dine maruz kalmış iyi bir insan, iyi niyetle, kendisinin öteki dünyadaki kurtuluşu ve tanrısının büyük zaferi için başka insanları öldürebilir. – Kenneth Humphreys

Batı dünyasında ve bu ülkedeki en korkutucu şey, bilimsel olarak yanlış şeylere inanan insanların sayısı. Eğer biri gelip bana dünyanın 10.000 yaşından genç olduğunu söylerse, bence bir psikiyatriste gözükmeli. – Francis Crick

Bir insanın ahlaki davranışları anlayışa, eğitime ve sosyal bağlara dayanmalıdır; hiçbir dini temel gerekmez. İnsan, eğer ölümden sonra ceza korkusuyla ve ödül umuduyla kontrol altına alınmak zorundaysa, şüphesiz kötü bir yoldadır. – Albert Einstein

Din: Umut ve korkunun çocuğu; cahil olana bilinemeyenin doğasının açıklaması. – Ambrose Bierce

Evet Karabekir, Arapoğlunun saçmalıklarını Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler. – Mustafa Kemal Atatürk

Hatalı insanları yaratıp, sonra onları kendi hataları yüzünden suçlayan her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Tanrı hikayesinin mantığını sorgulamamız gerekir. – Gene Roddenberry

Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. Korku dindir. Cesaret bilim. – Robert Ingersoll

Çağlardan beri, bir tarafta aklın ve düşüncenin izinde birkaç cesur insan ve diğer tarafta cahil büyük bir dindar kitle arasında ölümcül bir çatışma devam ediyor. Bu, bilim ve imanın savaşı. Çok az insan mantığa, onura, adalete, özgürlüğe, bilinene ve bu dünyadaki mutluluğa; bir çoğu önyargıya, korkuya, mucizelere, köleliğe, bilinmeyene ve ölümden sonraki sefalete güvendi. Çok az kişi “Düşün”, bir çok kişi “Diz çök ve iman et!” dedi. İlk şüphe ilerlemenin beşiği oldu, ve bu ilk şüpheden, insan ilerlemeye başladı. – Robert Ingersoll

Eğer kötülükler yok edilecekse, biz yok etmeliyiz. Eğer köleler serbest bırakılacaksa, bize serbest bırakmalıyız. Eğer yeni gerçekler keşfedilecekse, biz keşfetmeliyiz. Eğer elbisesizler giydirilecekse; açlar doyurulacaksa, adalet yerini bulacaksa; işçilik ödüllendirilecekse; batıl akıldan kovulacaksa; korunmasızlar korunacaksa ve sonunda doğruluk zafer kazanacaksa bunların hepsi insanların eseri olmalı. Geleceğin büyük zaferleri insanlık tarafından kazanılmalı ve sadece insanlık tarafından kazanılmalı. – Robert Ingersoll

Dinsizler, tarihin her çağında insan hakları için savaştı, ve her zaman özgürlüğün ve adaletin korkusuz avukatı oldular. – Robert Ingersoll

Çağlar boyunca, güçlü zayıfı ezdi; kurnaz ve kalpsiz, aptal ve masum olanları tuzağa düşürdü ve köleleştirdi, ve insanlık tarihinde, hiçbir yerde, hiçbir Tanrı ezilenlerin yardımına koşmadı. – Robert Ingersoll

Dini inançlar insanlık tarihi boyuncu güçlü bir negatif güç oldu. Çok acı çektirip sorun çıkardılar ve ilerlemek, gelişmek, özgürleşmek isteyen insanların yoluna çıktılar. – A C Grayling

Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümlerin geldiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur. – Mustafa Kemal Atatürk

Din adamları ne yapar? Ortalıktaki beyinsizleri hayali bir cehennemden kurtarabileceğine inandırarak hayatını kazanır. Bu romatizma için yılan-yağı satan bir satıcının yaptığı işten neredeyse farksız bir iş. – Henry Mencken

Din bir yığın çöpten daha fazla saygıyı hak etmiyor. – Henry Mencken

Eğer dünya en parlak dahilerinin, bunlar içinde halkın bilgelik ve erdemlik kanısında bile en seçkin olanların din konusunda tamamen şüpheci olduğunu bilseydi şaşkınlıktan dona kalırdı. – John Stuart Mill

Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir bir millet nazariyle bakılabilir mi? – Mustafa Kemal Atatürk

Doğal dünyada her yıl çekilen acı düşünülebilir makul sınırların ötesinde. Benim bu cümleyi kurduğum dakika içinde, binlerce hayvan canlı canlı yeniyor, başka bir sürü hayvan hayatları için kaçıyor, korkuyla bağırıyorlar, diğerleri acımasız parazitler tarafından yavaşça tüketiliyor, her türden binlercesi açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan ölüyor. Ve öyle olmalı. Eğer bolluk dönemi olursa, bu gerçek, açlık ve sefalet tekrar gelene kadar nüfusta otomatik olarak bir artışa yol açacaktır. Elektronlarla, bencil genlerle, kör fiziksel güçlerle ve genetik kopyalamayla dolu bir evrende bazı insanlar acı çekecek, bazıları daha şanslı olacak ve bunda asla bir ritim, bir mantık veya bir adalet bulamazsınız. Gözlemlediğimiz evren, eğer bir dizayn, bir amaç, bir kötülük, bir iyilik yoksa ama sadece acımasız bir aldırmazlık varsa bekleyebileceğimiz özelliklere sahip. – Richard Dawkins

Bu benim inancım: Mutluluk tek iyilik; akıl tek meşale; adalet tek ibadet, insanlık tek din, ve sevgi tek rahip. – Robert Ingersoll

Çalışan iki el, dua eden binlerce elden daha çok iş yapar.

Dünyadaki bütün dinler içinde, esrarengiz bir rastlantıyı görüyoruz: ezici bir çoğunluk sadece ailesinin ait olduğu dini seçiyor. En iyi delile, en iyi mucizelere, en iyi ahlaki yapıya, en iyi ibadethaneye, en iyi müziğe sahip olanı değil: iş tezgahdaki dinlerden bir tanesini seçmeye gelince, dinlerin potansiyel erdemleri, aile etkisinin yanında hiçbir şey ifade etmiyor. Bu açık bir gerçek ve kimse de inkar edemez. Ama bunun nedensiz doğasını çok iyi bilen biri, bir şekilde dinine sıkıca bağlanıyor, hem de öyle bir fanatiklikle ki, başka bir dine inananı öldürmeye hazır olarak. – Richard Dawkins

Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. – Mustafa Kemal Atatürk

Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir. – Mustafa Kemal Atatürk

Bilimde sıklıkla bir bilim adamı “Evet, bu gerçekten güzel bir argüman, ben hatalıyım” deyip sonra kendi fikrini değiştirir ve eski fikrini ondan bir daha asla duyamazsınız. Bilim adamları bunu gerçekten yapar. Olması gerektiği kadar sık olmaz, çünkü bilim adamları da insan ve değişim bazen acı çektiricidir. Ama her gün olur. Bunun gibi bir şeyin siyasette veya dinde en son ne zaman gerçekleştiğini hatırlamıyorum. – Carl Sagan

Kutsal fikri basitçe herhangi bir kültürdeki en muhafazakar fikirlerden biridir, çünkü diğer fikirleri, şüpheyi, ilerlemeyi, değişimi, suç haline getirir. Salman Rüşdü

Komşumun, 20 tanrı var demesi veya hiç tanrı yok demesi bana hiçbir zarar vermez. Ne cebimden para çalar, ne de bacağımı kırar. – Thomas Jefferson

Dünyada şu an Adem ve Havva hikayesine inanan zeki bir erkek veya kadın kaldı mı? Eğer ona inanan birini bulursanız kafasına hafifçe vurarak tıklatın ve bir yankı duyacaksınız. Kiralık boş bir oda var. – Robert Ingersoll

Büyük Angelo’nun, bir kiliseyi dekore ederken, terlik giymiş birkaç melek çizdiği söylenir. Bir kardinal, resme bakıp sanatçıya sormuş: “Kim şu güne kadar terlikli melek görmüş?” Angelo, başka bir soruyla cevap vermiş: “Kim şu güne kadar çıplak ayaklı melek görmüş?” – Robert Ingersoll

Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. – Mustafa Kemal Atatürk

Muayeneye gelen tesettürlü kızlarımız ve kadınlarımız soyununca, dayanılmaz bir ter kokusu yayılır. Memelerinin altı kırmızı ve kokulu bir sıvı ile kaplıdır. Din uğruna eliniz ıslanır, mideniz bulanır. Türbanları yumurta gibi sert olsun ve dik dursun diye, eski röntgen filmlerini kesip, iki kat eşarbın altına koyuyor bazıları. Başlarını açtıklarında, baş derileri, havasızlıktan suları akan, cılk yaradır. Ve bizden, yani hekimlerden, tam da bu yaralar için tedavi isterler. Dünyada bu kadar iğrenç bir manzara ile karşılaşmamışsınızdır Mine Hanım. D vitamini eksikliğinden geçtim, fındık kadar beyni olan erkek zihniyetinin marifeti bu işte! Yeryüzünde kadınlarına bunu reva görürken, öbür dünyada açık saçık hurilerin hayali ile yaşamak yetiyor o zihniyete!.. – Bir Kadın Doktor

Yarattıklarını cezalandıran ve ödüllendiren ya da bizim yaşayacağımız bir irade türüne sahip bir tanrı düşünemiyorum. Bedensel ölümden sonra kişinin yaşamını sürdürdüğüne ne inanırım, ne de inanacağım… – Albert Einstein

İnsan, inanma istekliliğiyle orantılı olarak değil, şüphe etme hazırlılığıyla orantılı olarak uygarlaştı. – Henry Mencken

Tanrının sevgisinden en çok bahsedenler, tarih boyunca insan özgürlüğüne ve mutluluğuna en derin nefreti gösterdi. – E. Haldeman-Julius

İyi sıfatını, yarattıklarına uyguladığım zaman benim aradığım niteliklere sahip olmayan hiçbir varlığa “iyi” demem. Ve eğer böyle bir varlık ona bunu demediğim için beni cehenneme yollayacaksa; giderim. – John Stuart Mill

Amerika’da devlet okullarında hiçbir dinin öğretilmesi gerektiğine inanmıyorum. – Thomas Edison

Aptallar! Siz tanrıyı bilinçli bir varlık sanıyorsunuz. Tanrı bir gücü ifade etmek için kullanılır. Bu güç hiçbir şeyi yaratmadı, sadece işlerin yolunda gitmesine yardımcı oluyor. Dualara cevap vermiyor, ama size bir problemi çözmeniz için yol gösterebilir. Sizi etkileme gücü var, ama sizin adınıza karar veremez. – Diogenes

Ahlak, size ne söylenirse söylensin doğru olanı; din, doğru ne olursa olsun, size söyleneni yapmaktır.

İnsanın laneti, ve neredeyse yaşadığı tüm trajedilerin sebebi, onun muazzam, inanılmaza inanabilme kapasitesidir. – John Stuart Mill

Bir zamanlar dünyayı din yönetiyordu. Şimdi o zamanlara “Karanlık Çağlar” deniyor. – Ruth Hurmence Green

En kanlı, en vahşi savaşlar dini nefrete dayanarak yapıldı. Ki bunda benim için bir sorun yok. Ne zaman bir grup kutsal insan dışarı çıkıp birbirini öldürmek istese, ben mutlu bir adam olurum. – George Carlin

Ey Aptal insan! Daha bir solucan bile yapamayan ama Tanrıları düzinelerce yapan! – Michel Montaigne

İnanıyorum ki din, genel olarak konuşuyorum, insanoğluna bir lanet oldu. Ahlaki taraftaki makul ve abartılan hizmetleri, temiz ve dürüst düşünceye verdiği zararın çok gerisinde kaldı. – Henry Mencken

İnsanlık düşmanı üç din ortaya çıktı: Musevilik, Hristiyanlık ve İslam. Bunlar gök-tanrı dinleri. Tamamen ataerkiller (Tanrı her şeye gücü yeten baba) ve bu yüzden gök-tanrı ve onun dünyalı delegelerinin etkisinde kalan ülkelerde 2000 yıldır kadın düşmanlığı var. Gök-tanrı kıskanç tabi ki. Yeryüzündeki herkesden tam itaat bekliyor çünkü o tek bir kabile için değil bütün insanlar için orada. Ona karşı gelenler onun dinine inandırılmalı veya öldürülmeliler. Sonuçta, totalitaryanizm gök-tanrının amaçlarına hizmet edebilecek tek politik sistem. Herhangi bir liberal hareket onun ve dünyalı delegelerinin otoritesini tehlike altına sokuyor. Tek tanrı, tek kral, tek papa, fabrikada tek usta, evde tek baba-lider. – Gore Vidal

Irkımızın en uygar kesiminde din inancının kaybolması, çocukluktan olgunluğa doğru atılan bir adım. – Charles Eliot Norton

Kaynak: http://www.paganx.org/quotes/din.htm

İkincil Kaynak: http://www.facebook.com/note.php?note_id=230008508860

Evrimin Kanıtı Olarak Neleri Sayabiliriz?

Standart

Evrim, canlılığın zaman içerisindeki değişiminin göstergesidir. Dünya üzerinde yaşamış olan türlerden %99 unun, günümüzde soylarının tükendiği düşünülmektedir. Soyların tükenmesi, canlılığın evrimleşmesinin bir yoludur. Evrimin temel bileşenlerinden birisi olan doğal seçilim, ortam şartlarına uyum sağlayamayan veya diğer türler arasında başarısız kalan türlerin, doğa tarafından seçilime uğrayarak sayılarının azalmasını ve sonunda da ortadan kalkmalarını gerektirir.

Canlıların sahip oldukları kalıtım maddesi (DNA), canlılar arasındaki akrabalık derecesinin temel göstergesidir. Kural olarak, yakın akraba olan türlerin veya aynı atasal canlıdan evrimleşerek bugünkü halini almış olan türlerin, DNAlarındaki baz dizilimleri birbirlerine benzerdir. DNA benzerlik derecesi, türlerin birbirlerine ne denli yakın akraba olduklarının en önemli ve tartışmasız kanıtıdır. Örneğin; goriller ile aynı ortak atadan evrimleşmiş olan insanların (lütfen dikkat ediniz, gorillerden evrimleşmiş değil!!) DNları, birbirlerine çarpıcı şekilde benzerlik gösterir. Bilim adamları tarafından, canlı gruplarının gen frekansları ve protein yapıları üzerinde yapılan araştırmalarda, zaman içerisinde meydana gelen evrimsel değişiklikler ortaya çıkarılmaktadır.

Evrim teorisine göre, dünya üzerindeki tüm yaşam formları, ortak bir atadan gelmektedir ve birbiri ile akrabadır. Evrimin en önemli iki kanıtı olarak fosilleri ve homolojiyi sayabiliriz.

Fosiller, bize günümüz öncesinde yaşamış olan canlı formları hakkında bilgiler verir ve canlılar arasındaki akrabalık derecelerinin tanımlanmasına yardımcı olur. Homoloji ise, ortak kökenlerden gelişen yapıları inceler. Sucul memeliler olan balinalarda, yürüme işlevleri olmamasına rağmen kalça kemerlerinin kalıntıları bulunur. Çok büyük bir ihtimalle bu canlılar, karasal yaşama uyum yapmış olan yürüyen memeliler ile ortak bir atadan evrimleşmiştir. Paleontologlar tarafından, daha gelişmiş arka üyelere sahip olan fosil bir balina formu (Pakicetus) bulunmuştur. Bu da, balinaların yürüyen memelilerden evrimleşmiş olmalarını teorisini doğrulayan bir kanıttır. Çünkü bu teoriye göre, eskiden yaşamış olan balinalar, atalarına daha fazla benzerlik göstermelidir.

Resime bakmak için tıklayınız: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/evrim1.jpg

Diğer bir ilginç fosil, tıpkı kuşlar gibi tüylü kanatları olan bir dinozora aittir: Archaeopteryx. Kuşlara benzer kanatları olan bu dinozorun, kuşların aksine dişlerinin olması oldukça ilginçtir. Bu durum, kuşlar ve dinozorların ortak bir atadan evrimleştiği ve kuşların, dinozorlardan arta kalan son gelişmiş örnekler olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Resime bakmak için tıklayınız: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/evrim3.jpg

Analoji ve homoloji kavramlarını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Analog iki organ, aynı işleve sahip olabilir ancak kökenleri farklıdır. Homolog organların ise kökenleri aynıdır. Örneğin böceklerin kanatları ile kuşların kanatları, aynı görevi görmelerine rağmen farklı kökenlerden gelişmiştir. Bu nedenle de homolog değil, analog organlardır ve kuşlar ile böcekler yakın akrabalar değillerdir. Birbiriyle yakın akraba olan türlerde, homolog organlar bulunur. Homolog organların işlevleri her zaman aynı olmayabilir. Örneğin; balinaların ön üyeleri (yüzgeçleri), yarasaların kanatları ve insanların elleri homologdur, ancak bu farklı memeli gruplarında, farklı işlevlere sahiptirler. Kuşların ve yarasaların kanatları da homologdur. Her ikisinde de bir üst kol kemiği (humerus), alt kol kemikleri (radius ve ulna), bilek kemikleri ve parmak kemikleri bulunur. Yani, aynı genetik plandan çıkmışlardır.

Deniz Candaş

Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=2&so

İkincil Kaynak: http://www.facebook.com/note.php?note_id=231113493860

Evrim Kuramı Bağlamında Bilim Karşıtlığı, Çarpıtmacılık ve Bilim İnsanının Sorumluluğu

Standart

Prof. Dr. Yaman Örs

Kendi uzunluğuna oranla başlığı uzun sayılabilecek bu yazıda önce, genelde insanların “tartışma” biçimini gündeme getirmek istiyorum. Günlük, siyasal, yazınsal, akademik vb. her türlü tartışmada, ona katılanların amaç, niyet ve beklentilerinin çok önemli, yerine göre belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Yaşamımızın başka etkinliklerinde olduğu gibi burada da amaç, niyet ve beklentilerimiz belki çoğu zaman, en azından tümüyle bilinçli olmayabilirler. Ancak her durumda, tartışmaların yönlenmesi, izleyecekleri yol ve sonuçlanışında, tartışmacıların varmak istedikleri nokta ya da “hedef “çok önemli olsa gerek. Her türlü tartışmada, amacı gerçek anlamda “tartışmak”, aydınlanmak ve aydınlatmak değil görünüşü kurtarıp “kazanmak” olan “kötü niyetli”, düşünce sınırları dar, yüzeyel/sığ görüşlü kişiler, ileri sürülenleri çarpıtarak, onlara belirtilmeyen anlamlar yükleyerek, tartışma sınırlarının dışına çıkarak bir “dil ve anlatım savaşı” içine girmektedirler. Karşısındakiler en sağlam bilgileri, en geçerli görüşleri, en tutarlı mantıksal çıkarımları da ortaya koysalar, bu tür kişilerin kendi sözde yöntemleriyle “kazanamayacakları” bir tartışma ortamı düşünebilir miyiz?

En başta düşünce, anlayış ve yaklaşım anlamında bilime karşı, daha da ilerisi bu etkinliğe düşman olan insanların, özellikle evrim kuramı bağlamındaki dayanaksız tartışma biçimlerine ve ileri sürdükleri sözde ya da yalancı savlara bakınca, yukardaki nokta kanımca çok açık bir biçimde kendini belli etmektedir. İster ussal yeteneklerinin sınırlılığı, ister dünyayı algılayışlarının çarpıklığı, isterse siyasal vb. amaçlarına bağlı yalancılıkları ve “sahtecilikleri” olsun, bilim karşıtı bu çevreler değişik dürtüsel eğilimlerle ve “yalancı bilimsel” dayanaklarla akademik-bilimsel etkinliğin ürünlerine karşı çıkmaktadırlar. Bunlar, özellikle son yıllarda, az sayıdaki başka akademisyenle birlikte canlıların evrimleşme süreci ve bununla ilgili evrim kuramı konusunda aktardığımız bilimsel bilgilere, felsefi ele alışlara, akademik tartışmalara, çok düşük siyasal “polemikler” düzeyinde karşılık veren kişilerdir. Yıllardan beri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki özdeşlerinden de beslenerek evrim bağlamında bilim karşıtı etkinlikler gösteren bu insanların açık olarak dile getirdikleri amaçları, Darwin kaynaklı evrim kuramının “yanlışlığını” ya da “doğru olmadığını” ortaya koymaktır. (Gerçekte bilimsel bir kuramın “doğruluğu” ve/veya “yanlışlığı” değil, “geçerli olup olmaması” söz konusudur; ancak bu konuyu burada tartışamayacağımız açık olmalı.)

Bu bağlamda, belki çoğunluğu akademik-bilimsel eğitimleri olmayan, ancak bir bölümü de yüksek eğitimli, hatta üniversite öğretim üyesi olan “şarlatanlar”ın varlığı gündeme getirilebilir. Kuşkusuz bu, çok yerinde de olurdu. Ancak yerimizin sınırlılığının bu konunun tartışılmasına elvermeyeceği açıktır. Çoğu okurun bilebileceği gibi, geniş anlamıyla bilim etkinliğindeki şarlatanlık konusunu değerli felsefecimiz Hüseyin Batuhan, akademik, yöntemsel, tarihsel vb. yönleriyle çok boyutlu olarak ve ülkemizden ve yurtdışından verdiği örneklerle incelemiştir (1). Yakın zamanlarda, doğrudan adını vermemekle birlikte bu konuyu, özellikle felsefede, kuramsal fizikte ve siyasal düşüncelerde, bunların arasındaki bağlantıları da çok büyük bir eleştirel beceriyle kurarak ortaya koyanlar, Amerikalı bir fizikçi olan Alan Sokal ve Belçikalı kuramsal fizikçi Jean Bricmont olmuştur (bkz. kay. 2). Bildiğimiz gibi evrim karşıtları, demokrasiyi yalnızca kendi demokrasi dışı/karşıtı amaçları için bir araç olarak gören ve siyasal, toplumsal, tarihsel açıdan gericilik sergileyen çevrelerin içinde yer almaktadırlar. Siyasal düzenle ilgili bu tutumlarına çok koşut olarak onlar, bilim etkinliğini ve onun ürünlerini de kendi bilim karşıtlıklarına araç olarak kullanmaktadırlar. Bildiğimiz gibi onların bir temel bilim kümesi olarak canlılık bilimlerindeki (biyolojideki) evrimsel düşünme ve açıklama karşıtlığı ve düşmanlığının (ve de şarlatanlıklarının), bilim etkinliğinde ve akademik uğraşlarda başka karşılıkları da vardır. Örneğin yine bu anlamda bir bilim olan gökbilim/yıldızlar bilimindeki (astronomideki) kestirim işlemi, “yıldız falcılığı” (astroloji) denen ve kendisine çok yaygın olarak başvurulan uyduruk uygulamalar için dolaylı biçimde de olsa sanki bir araç işlevini görmektedir; bu uygulamanın dayandığı “gökyüzü burçları”, “yapılarıyla” biçimleri, öğelerinin birbiriyle ilişkileri düşünüldüğünde, gökbilim için gerçekten birer araştırma konusu olabilirler mi? Öğelerini oluşturan yıldızların dünyamızdan görünen “birliktelikleri”, “bir arada bulunuşları” ya da “bir araya gelmişlikleri” tümüyle rastlantısal olan ve doğal bir dizge (sistem) oluşturmayan bu yapıların, insanın yaşamı ve kişiliğinin oluşması üzerinde var olduğuna inanılan etkileri için bilimsel olarak kim ne söyleyebilir? Öte yandan, en başta tıp olmak üzere, birer uygulamalı bilim olarak düşünülen sağlık uğraşlarındaki “alternatif” sağlık uygulamalarını, konumuzun günlük yaşama en çok yansıyan bir örnek kümesi olarak düşünebiliriz.. Kuşkusuz bütün bu bilim karşıtı etkinlikler birer iktisadi kazanç ya da para kaynağı olarak da onları yürütenlere yerine göre büyük yarar sağlamaktadır. Onların kaçınılmaz bir boyutu olan “şarlatanlık” konusunu da ayrıca bu açıdan dikkate alabiliriz. (3)

Konumuzla ilgili olarak şunu çok yakından anlayabiliyoruz: Bilim düşmanı siyasal gericinin, istediğini elde etmek uğruna başvurmayacağı yol, girmeyeceği kılık, kullanmayacağı araç neredeyse yok gibidir. Onun en başta istediği ise şudur: akademik anlamda bilimin, bilimsel araştırmaların belki tümüyle dışlandığı bir toplumsal ortamda siyasal gücü kimseyle paylaşmadan elinde tutmak. Diyebiliriz ki son onyıllara gelinceye dek özellikle temel bilim anlamındaki bilim etkinliğinin yaklaşım, yöntem, kavram, ürün ve terimlerine, dolayısıyle temelden onun bütününe karşı çıkan bilim ve akademik yaşam düşmanı, bu yolla başarılı olamayacağını anlayınca, şimdi etikdışı, daha da ilerisi ahlakdışı bir tutumla bilimin içine girmeye çaba göstermektedir. O, “postmodernist” düşünür ve yazarlar gibi, ancak kuşkusuz onlardan çok daha kaba bir biçimde, temelde karşı çıktığı akademik bilim etkinliğinin terimlerini ve anlatımlarını, bilim çevrelerinin bilimsel sınırlar içindeki iç tartışmalarını, anlam bağlamlarından kopararak örneğin evrim kuramının artık reddedildiği biçiminde birtakım bilimdışı, gerçekdışı, usdışı sonuçlara varmakta; gerçekte “bilimi bilime karşı” kullanmak gibi bir çaba içinde olmaktadır. (Bu açıdan “alternatif” tıbbın tartışılması için bkz. kay. 4.) Bekleneceği gibi, bütün bunları gerçekleştirirken yaptığı ileri derecede tutarsız çıkarımların ne bilimsel, ne mantıksal, ne de ussal açıdan tutulacak hiç bir yönü yoktur.

Evrim konusunun süreçsel-olgusal, akademik-bilimsel, kavramsal-felsefi vb. değişik yönleri/boyutları vardır (5). Kanımca benzeri her durumda olduğu gibi gerçekte aralarında yakın bağlantıların bulunmasına karşılık bu yönler/boyutlar, ilgili değişik akademik çevrelerce onları açısından kendi başlarına ele alınabilirler. Her durumda, evrim konusunun süreç, kuram, kavram gibi temel yönleri (6) üzerine düşünen ve görüş üreten akademisyenler, aralarındaki bağlantılar dolayısıyle kendi açılarından onun öteki yönlerine de ışık tutabileceklerdir.

Evrim karşıtı bilim düşmanlarının, kuşkusuz bilimde genelde söz konusu olduğu gibi buradaki konumuz açısından da düşünemeyecekleri birtakım temel noktalar vardır. Buradaki bağlamımızda bunlardan şu ikisine değinmek durumundayım. Bir kez, canlı dizgeler (sistemler), bilimselliğin sınırları içinde yapıları, işleyişleri ve kendilerine özgü nitelikleri, aralarındaki ve bulundukları ortamla ilişkileri açısından düşünüldüğünde, geçen yüzyılın ortalarında Claude Bernard’ın ortaya koyduğu gibi, cansız doğadaki olgular gibi nedensellik ve belirleyicilik ilkelerinin ışığında (7) ve ancak onların aracılığıyla incelenebilirler. Bilimsel araştırmalar sırasında olguları incelerken nedensellik ilkesini aşan, (örneğin tanrısal) bir Niçinsellik (Ne İçinsellik), Amaçsallık ya da Ereksellik aramamıza hiç bir gerek yoktur. Darwin’in evrim kuramını bilimsel felsefenin ışığında inceleyen Hans Reichenbach da, araştırıcının bu alana kavramsal düzeydeki en büyük katkısının bu olduğunu açıklamaktadır (8). İkinci olarak, ister bilimsel bilgi üretiminde bulunmak isterse bilimsel yaklaşım, kuram, yöntem geliştirmek olsun, bilim etkinliğine doğrudan katkı yapmakla, yapılanlara yöntembilgisel, felsefi, etik, toplumsal, siyasal vb. açılardan ve “dışardan” bakıp yorumda bulunmak birbirinden farklı etkinliklerdir. Gerek günümüz biliminin gerekse bilim tarihinin incelenmesi, bilim insanları arasında bu ikinci yönden daha büyük anlayış ayrılıklarının ve yorum çeşitliliğinin bulunduğunu göstermektedir. Böyle bir ayırımın olabileceğini, olduğunu kavramaya, ne yetişmeleri, ne yetenekleri, ne de bilgileri elverebilecek evrim karşıtı bilim düşmanları, uslarının ermediği, eremediği bilim ve felsefe konularında insanların geleneksel inanç eğilimlerinden yararlanarak yalancı ya da sözde bilimsel düşüncelerini topluma kabul ettirme çabası içindedirler.

Ülkemizde (ve başka ülkelerde) bütün bunlar olurken akademik-bilimsel çevrelerimizde ne oluyor? Görünen o ki bilim insanlarının büyük çoğunluğu bu konuda neredeyse tam bir aymazlık ve edilginlik içindedirler. Öte yandan, bilim kurumlarının sorumlularının da yerine göre “popülist” ve “postmodern” bir sorumsuzluk içinde olduklarını görüyoruz. Örneğin, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun çıkardığı Bilim ve Teknik Dergisi’nin, kapak konusu “Evrim Tartışmaları” olan Kasım 2001 sayısındaki bir yazı (s. 44-45), (kuşkusuz İngilizceden çevirisiyle) “Bilinçli Tasarım” başlığını taşımaktadır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “ussallık karşıtı bilim çevrelerinin” bilimdışı tutumlarını, evrim konusunda kendi “bilime karşı bilim” yaklaşımlarına destek yapan “yaratılışçılar” için bundan daha uygun bir fırsat olabilir mi? Bilim karşıtlığı, ister akademik ister genel olsunlar, bilim dergilerinde de kuşkusuz gündeme getirilebilir. Ancak TÜBİTAK’ın dergisinin genel yayın yönetmeni evrim tartışmalarının bulunduğu sayının tanıtma yazısında, “Objektif kanıtlar sunmaları ve pozitivizmin çerçevesi içinde kalmaları koşuluyla, birbirine rakip kuramlardan herhangi birinin yanında ya da karşısında yer almamız söz konusu olamaz.” diyor. Bu tümcedeki yanlışlardan hangisini düzelteceksiniz? Bilimde “objektif kanıt”? “Bilinçli tasarım” ve “pozitivizm”? Bir niçinsellik örneği olan “bilinçli tasarım”ın bilimsel bir kuram oluşturması? Bunun, evrim kuramına “rakip” oluşu? Daha sonraki anlatımlarında, dergi olarak “bir bilgi musluğu” olmak gibi sığ ve “popülist” benzetimlere yer veren yayın sorumlusu, “Kimse susuz kalmasın.” (!) diyor.

Bir bilim ve teknik dergisinin yayın sorumlusunun bilim üzerine bu çok “edebi” anlatımları (ve bütün bunlara derginin yayın kurulunun ne dediği) bir yana, son olarak derginin bağlı bulunduğu kurum olan TÜBİTAK’ın başkanının konuyla ilgili yanıtına (Bilim ve Ütopya, Sa. 90: 37, (Aralık) 2001) yer vermek yerinde olabilir:  “Yüksek derecede demokratik bir kuruluş olduğumuz için okurlarımıza çeşitli görüşleri sunuyoruz, onları kendi görüşlerini oluşturmaları için özgür bırakıyoruz.” Kendi adıma belirteyim ki konumuzun demokrasi ile ne gibi bir ilişkisinin bulunduğunu ve “yüksek derecede demokratik”liğin nasıl bir tutum olduğunu doğrusu anlayabilmiş değilim. Ancak, us dengem açısından konuyu irdelemeyi burada keserken, böyle bir ilişkiyi kurabilecek “ileri ölçüde demokratik” okurların olası açıklamalarını bekleyerek yazımı burada noktalıyorum.

Kaynaklar

1) Batuhan, H. (1999) Bilim ve Şarlatanlık, 5. B., Bulut Yay., İstanbul.

2) Sokal, A.; Bricmont, J. (a) (1997) Impostures Intellectuelles, Editions Odile Jacob, Paris; (b) (1998) Fashionable Nonsense: Postmodern Intellectuals’ Abuse of Science, Picador USA, New York, Profile Books, İngiltere; (c) (2002) Son Moda Saçmalar: Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları, İngilizceden çev. M. Baydur ve O. Onaran, İletişim Yay., İstanbul (basılacak).

3) Örs, Y. (2001) “Bilim Karşıtlığı, Bilimdışı Tıp, ‘Postmodern’ Felsefe ve ‘Şarlatanlık’ ”, 18-20 Ekim günlerinde Kapadokya’da yapılan 2. Ulusal Tıbbi Etik Kongresi Bildiri Kitabı, Türkiye Biyoetik Derneği, Ankara, s. 1-9.

4) Örs, Y. (1996) “The Myth of Complementary Medicine and its Ethical Implications” (Letter to the Editor), Bulletin of Medical Ethics, No. 123 (Nov.): 2.

5) Örs, Y. (2001) “Evrim konusunun değişik (olgusal, kavramsal, akademik…) düzeyleri”, Bilim ve Ütopya, Sa. 86 (Ağustos): 2-3.

6) Örs, Y. (2001) Süreç, Kuram ve Kavram olarak Evrim, Kaynak Yay., İstanbul.

7) Örs, Y. (1978) “Claude Bernard: son Rôle dans l’Évolution de la Médecine Scientifique”, Clio Medica, 13 (1): 63-79.

8) Reichenbach, H. (1951, 1966) “Evolution”, The Rise of Scientific Philosophy, University of California Press, Berkeley, Los Angeles, s. 191-214.

Not: Bu yazıya ‘Üniversite ve Toplum’ dergisinin Mart 2002, cilt 2, sayı 1’den ulaşabilirsiniz.

Yazının Kaynağı: http://dusundurensozler.blogspot.com/2008/02/sizlerden-gelenler-2_6366.html

Altı Günde Yaratılış

Standart

1. Mucize İddiası
2. İddianın Geçersizliği
3. ”Altı Günde Yaratılış”ın Çarpıklığı
4. Sonuç


1. Mucize İddiası

Mucize arayacıları Kuran’daki “altı günde yaratılış” ifadesinin bir mucize olduğunu öne sürerler:

  • Harun Yahya (Adnan Oktar)’a ait sitelerden:
    Gerçekten sizin Rabbiniz altı günde gökleri ve yeri yaratan sonra arşa istiva eden Allah’tır (Araf Suresi, 54)Kuran ile modern bilim arasındaki uyumun bir örneği evrenin yaşı konusudur. Kozmologlar evrenin yaşını 16-17 milyar yıl olarak hesaplamışlardır. Kuran’da tüm evrenin 6 günde yaratıldığı açıklanmaktadır. İlk bakışta farklı gibi görünen bu zaman dilimleri arasında aslında çok şaşırtıcı bir uyum vardır. Gerçekte evrenin yaşı ile ilgili olarak elimizdeki bu iki rakamın her ikisi de doğrudur. Yani evren Kuran’da bildirildiği gibi 6 günde oluşmuştur ve bu süre bizim zaman algımıza göre 16-17 milyar yıla karşılık gelmektedir. 1915 Yılında Einstein zamanın göreceli olduğunu; mekâna, seyahat eden kişinin süratine ve o andaki yerçekimi kuvvetine bağlı olarak zamanın akış katsayısının değiştiğini öne sürmüştür. Kuran’da 7 farklı ayette bildirilen evrenin yaratılış süresinin zamanın akış katsayısındaki bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda bilim adamlarının tahminleri ile büyük bir paralellik içinde olduğu görülür. Kuran’da bildirilen 6 günlük süreyi 6 devre olarak da düşünebiliriz. Çünkü zamanın göreceliği dikkate alındığında “gün” sadece bugünkü koşullarıyla Dünya üzerinde algılanan 24 saatlik bir zaman dilimini ifade etmektedir. Ancak evrenin bir başka yerinde, bir başka zamanda ve koşulda “gün” çok daha uzun süreli bir zaman dilimidir. Nitekim bu ayetlerde (Secde Suresi, 4; Yunus Suresi, 3; Hud Suresi, 7; Furkan Suresi, 59; Hadid Suresi, 4; Kaf Suresi, 38; Araf Suresi, 54) geçen 6 gün (sitteti eyyamin) ifadesindeki “eyyamin” kelimesi “günler” anlamının yanı sıra “çağ, devir, an, müddet” anlamlarını da içermektedir.

    Evrenin ilk dönemlerinde zaman, bugün alışık olduğumuz akış hızından çok çok daha hızlı akmıştır. Bunun nedeni şudur: Big-Bang anında evren çok küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı. Bu büyük patlama anından bu yana evrenin genişlemesi ve evrenin hacminin gerilmesi evrenin sınırlarını milyarlarca ışık yılı uzağa taşıdı. Nitekim Big-Bang’den bu yana uzayın geriliyor olmasının evren saatinin üzerinde çok önemli sonuçları oldu.


2. İddianın Geçersizliği

Onların izahatına göre büyük patlamadan bu yana geçen süre 16-17 milyar senedir ve evren azalan biz hızla genişlemektedir. Dolayısıyla dünyanın yaratılmasının ilk gününde 8 milyar sene geçmiştir. Altıncı gün geçen toplam süre 15,75 milyar senedir. O halde bu bir Kuran mucizesidir ve önceden bildirilmiştir.

Bu argümana göz attığımız vakit “Bir insan kendi inancını karalamak ve küçük düşürebilmek için bu kadar çok uğraşabilir mi?” diye düşünmeden edemiyoruz. İddiaların bilimsel ve matematiksel çarpıtmalardan oluşmasını bir kenara bıraksak bile bilimin bu gün geldiği nokta bile “altı günde yaratılış” iddiasını yalanlamaktadır.

Her şeyden önce bugün büyük patlamadan bu yana geçen sürenin 13,7 milyar sene olduğunu biliyoruz. Burada hata payı 200 milyon yıldır. Bilim için 200 milyon yıl olan bir hata payının bir tanrı için 2 milyar sene olması düşünülemez. Bu iddianın baştan çöküşü demektir.

Mucizecilerimiz savlarını kanıtlamak için nereden çıktığı belli olmayan bir “8 milyar sene” ortaya atmışlardır. Birinci gün 8 milyar seneye eşitmiş. Bu eşitligin nedeninin ne olduğunu bilebilmek mümkün değil. Ama biraz düşünülürse bilimsel sonuç olan 15,75 seneye ulaşabilmek için 8 milyar rakamından başka bir değer kullanmanın mümkün olmadığı görülecektir. Yani önce minare çalınmış sonra da kılıf uydurulmuştur.

Şayet niyet bir şeyi illa da ispatlamaya çalışmaksa artık yapılamayacak çarpıtma ve hile yok demektir. Mucizecilerimiz her geçen sene evrenin genişleme hızının yarıya düştüğünü bulmuşlardır. Bu hesaplamayı neye göre yaptıkları belli değildir ve üstelik evren hakkındaki bilgilerimizle uyuşmamaktadır. Hiçbir bilimsel tespit evrenin ilk 8 milyar sene sabit bir hızla genişlediğini söylemez. Aksine kurama göre evren ilk anlarında ışık hızını çok çok aşan bir hızla genişlemiş olmalıdır. Bunun aksi bir hız tanımlamasının sadece iddiayı kanıtlamak için uydurulduğu aşikârdır.

Biz bu çarpıtmalara göz yumalım ve sanki hiçbir şey olmamış gibi bunların doğru olduğunu varsayalım. Buna rağmen vardıkları sonuç kendileri için bir hüsrandır ve yalanlarını ortaya çıkarmaktadır.

Eğer ilk gün 8 milyar sene geçmişse ve evrenin yaşı da 13,7 milyar sene ise bu “Biz şu anda üçüncü günün içinde bulunmaktayız” demektir. O zaman ortaya iki sonuç çıkar: Birincisi Kuran’a göre evrenin iki günde, dünyanın da 4 günde yaratılmış olduğudur. Bu evren/dünya yaratımındaki zamansal çarpıklığı şimdilik bir kenara bıraksak bile şu anda henüz dünyanın yaratımının ilk aşamasındayız demektir. Çünkü mucizecilerin anlatımı uyarınca üçüncü günün sonunda 14 milyar sene geçmiş olacaktır ve biz hala oraya varamamış durumdayız.

İkinci sonuç burada bir anlatım hatası olduğudur. Ayet indiği anda “yaratma” eylemi tamamlanmamış olduğu için orada “altı günde yarattık” değil “yaratacağız” denmeliydi. Öyle ya, bitmemiş bir eylem için böyle bir kesinlik kullanmak doğru mudur? Daha yaratma eyleminin tamamlanmasına mucizecilerimizin anlatımına göre 3 gün ya da 1,25 milyar sene vardır.

Ayrıca nakledilen hadislere göre insanlık son günde yaratılmıştır. Altı gün masalınının açıklanışını böyle ele alırsak henüz insanlık yaratılmamıştır.

Gördüğümüz gibi asıl mucize -muhtemelen- iddiacılardır. Eski toplumun inanış ve geleneklerinin anlatmlarından başka bir şey olmayan Kuran’ı bilimsel yapmak için düştükleri durum gerçek bir mucize olarak görülebilir. Çünkü aklı başında hiçbir insan kendini bu kadar komik bir duruma düşürmeyi beceremez.


3. ”Altı Günde Yaratılış”ın Çarpıklığı

Kuran, Tevrat’tan devralmış olduğu(1) evrenin altı günde yaratılışı hikayesine Araf/54‘ün yanı sıra diğer birçok ayetinde de yer verir.
bkz. Yunus 3, Furkan 59, Kaf/38, Hadid/4, Hud/7, Secde/4.


Fussilet 9-12
ayetlerinde ise bu altı günlük süreç farklı aşamalara tasnif edilir.

  • De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkar ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allahın takdiridir.

Bu ayette zikredilen günleri toplayınca yaratılış sürecinin sekiz gün sürdüğü çıkmakta, bu da diğer ayetlerle çelişmektedir. Ancak İslam alimleri bu meseleyi de şöyle çözme yoluna giderler: ”Zikredilen dört günün içerisinde ilk iki gün de vardır. Yani iki günde yer, iki günde yeryüzündeki dağlar, bolluk ve bereket (yani yer ile gök arasındakiler), son iki günde de gökler yaratılmıştır.”(2) Biz burada ”8 gün mü, 6 gün mü?” tartışmasına girmeden ayetler arasında çelişki olmadığını varsayarak İslam alimlerinin bu yorumunu esas alalım.

Yer (yani gezegenimiz olan Dünya) üstünde barındırdığı dağ-taş ile birlikte toplam 4 günde (veya evrede) yaratılmış; gökler (yani uzay) ise 2 günde (veya evrede)… Sadece bu anlatım bile Kuran’dan günümüzün varmış olduğu bilim ve bilgi düzeyine dair herhangi bir mucizevi işaret çıkarma girişiminin başlı başına zorlama olduğunu göstermektedir. Bugün biliyoruz ki üstünde yaşadığımız gezegen uçsuz bucaksız uzayda herhangi bir gökcismidir. Kuran’daki evren algısına göre ise evren Dünya’dan ve işte bu Dünya üzerine kurulmuş, ”kandillerle süslenmiş” göklerden ibarettir. Dünya ve Dünya’nın üstündekilerinin yaratılmasına toplam 4 gün, göklerin (yani sayılarla ifade edemeyeceğimiz kadar galaksi, yıldız, gezegen barındıran uzayın) yaratılmasına ise sadece iki gün ayrılmış olması yalnızca bu ilkel evren anlayışı bağlamında anlaşılabilir (ayrıca bkz. ”Evrenin Genişlemesi” – ”3. Kuran’daki Evren Algısı”).


4. Sonuç

Evrenin altı günde yaratılışı hikayesi Kuran’a daha eski mitolojilerden girmiş bir efsanedir. Bu efsaneyle bilimsel bulgular arasında bir ilişki kurmak yukarda gösterildiği gibi en zorlama yorum ve en açık çarpıtmalarla bile mümkün değildir. Aksine -Kuran’daki altı günde yaratılış hikayesi ciddiye alındığında- bu anlatımların ancak o dönemdeki ilkel ve yanlış evren anlayışı bağlamında anlaşılabilir olduğu görülmektedir.

Dipnotlar

(1) bkz. Eski Antlaşma, Tevrat 1:1 – 2:4.

(2) Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 19/355-356, Fussilet 9-12

  • Günlerin Toplamı
    Birinci Soru: Allah Teâlâ yeri iki günde yarattığını belirtmiş ve bahsettiği bu üç şeyi de diğer dört günde ıslah ettiğini belirtmiş, daha sonra da gökleri iki günde yarattığını ifade buyurmuştur. Böylece bu günlerin toplamı sekize baliğ olmuştur. Ancak ne var ki O, diğer ayetlerinde gökleri ve yeri altı günde yarattığını ifade etmiştir. Böylece bir tenakuz (çelişki) ortaya çıkar. (Ne dersiniz?)Bil ki alimler buna şu şekilde cevap vermişlerdir: “Yeryüzünde, yeryüzündekilerin azıklarını, ilk iki gün ile birlikte dört günde takdir etmiştir” şeklinde olup bu tıpkı, bir kimsenin “Basra’dan Bağdat’a on günde, Kûfe’ye de onbeş günde gittim” demesi gibidir. Bu son cümlesi ile Basra-Bağdat ve Bağdat-Kûfe mesafelerini kastederek böyle söylemiştir.

Fakat besbelli ki alimlerin yapmış olduğu bu açıklama metnin Arapça orijinalinden net olarak çıkan bir sonuç değildir. Nitekim müfessirimiz, ikinci bir soruya da cevap vermeyi gerekli bulmuş:

  • Bu Müphemliğin (Belirsizliğin, Bulanıklığın) Hikmeti
    İkinci Soru: Cenâb-ı Hak yeri iki günde yarattığını belirtmiştir. Binâenaleyh şayet O, geriye kalan bu üç şeyi de diğer iki günde yaratmış olduğunu belirtmiş olsaydı durum karışık ve yanılgıdan da iyice uzak olmuş olurdu. Öyleyse niçin Cenâb-ı Hak böylesi bir sarih (açık) ifadeyi terketmiş de bu mücmel (kapalı, izaha muhtaç) sözü getirmiştir?Cevap: Cenâb-ı Hakk’ın “arayanlar için dört günde müsavi…” İfadesinde O’nun “Ben bu üç şeyi iki günde yarattım…” demesinden daha kuvvetli bir manâ vardır. Zira O “Ben bu üç şeyi iki günde yarattım” demiş olsaydı bu söz o iki günün bütünüyle o işlerle dopdolu olarak geçirilmiş olduğunu ifade etmezdi. Çünkü Arapça’da o iş o iki günü kaplamadığı halde “Ben bu işi iki günde yaptım..” denebilir. Ama Cenâb-ı Hak yerin yaratılmasından bahsedip bu şeyleri yaratıp bundan sonra “arayanlar için tam dört günde…” buyurunca bu dört günün herhangi bir fazlalık ya da noksanlık olmaksızın o işlerle dopdolu geçmiş olduğuna delâlet etmiştir.

Yukardaki makaleyle ilgili görüşlerinizi, öneri ve eleştirilerinizi
>burada<
paylaşabilirsiniz.

Kaynak: http://www.mucizeyalanlari.com/alti-gunde-yaratilis/

İnançlıların En Yaygın 15 Yanılgısı

Standart

1) Tanrı kavramının “ilk sebep” problemini çözdüğünü zannetmek

Tanrı’nın, nedenler zincirinin sonsuzluğu problemini çözdüğünü zannetmek çok yaygın bir yanılgıdır. İlk şey evrenin ortaya çıkışıysa, evrenin sebebi Tanrı’dır demenin nedenler zincirini bitirdiği zannedilir. Halbuki, bu noktada sorulabilecek “Peki Tanrı’nın sebebi nedir?” sorusu çok yerinde bir sorudur. Bu soruya, şartlanmış bir şekilde, “Tanrı’nın sebebi yoktur” veya “Tanrı kendi kendisinin sebebidir” derler.

Fakat bu bir açıklama değildir. Çünkü eğer bir şey sebepsiz olabiliyorsa, ya da kendi kendisinin sebebi olabiliyorsa, o zaman bu kişi evrene niye sebep aramaktadır? Belki sebepsiz olan, veya kendi kendisinin sebebi olan şey, evrenin kendisidir. Eğer evrene bir sebep aranması gerekiyorsa, Tanrı’ya neden bir sebep aranması gerekmediğini açıklaması gerekir bu argümanı sunan kişinin. Aslında biraz objektif baksa, Tanrı açıklamasının evrendeki nedenler zinciri sorununa bir çözüm getirmediğini, yapay bir açıklama olduğunu ve aslında bir şey açıklamadığını görecektir. Bu argüman mantıksal olarak çelişkilidir ve ciddi felsefi tartışmalarda kullanılmaz. Fakat günlük hayatta karsılaştığınız ortalama bir inançlının en çok başvurduğu argümanlardan biridir.

2) “Tanrı bilinmezdir” demek, ama Tanrı hakkında yorum yapmak

Bunu da genellikle ateistlerin Tanrı kavramının yarattığı mantıksal sorunlarla ilgili soruları üzerine söylerler. Derler ki, bu sorular Tanrı için sorulamaz. Bu sorular insanin sınırlı algılama ve düşünme eyleminin ürünüdür. Tanrı’yı bağlamaz. Tanrı bunların tümünün üstündedir ve bizim onu tam olarak anlamamız mümkün değildir. Biz sadece onu bir şeylere benzeterek kısmen anlayabiliriz derler.

Bu açıklama bu şekliyle fena değilmiş gibi görünür ama aslında çok temel ve her şeyi çökerten bir eksiği vardır. O da Tanrı’nın gerçekten varolup olmadığı, ne olduğu ve nasıl olduğu bilinmeden bu açıklamanın yapılamayacak olmasıdır. Yani bu açıklamayı yapan kişi, Tanrı’nın hem varolduğundan hem de niteliklerinin neler olduğundan emin olmalıdır ki Tanrı hakkında bize o bilgileri versin. Yani bunları söyleyebilmesi için, bir kişinin zaten baştan Tanrı’yı görüp bilmesi ve algılaması gerekmektedir. Ve daha önemlisi Tanrı’nın bilinebilir olması gerekmektedir. Fakat kişi zaten Tanrı’yı açıklarken bilinemez diye açıkladığı için kendi içinde bir çelişkiye düşmektedir. Yani aslında “Ben bilinemez bir şeyi biliyorum” demiş olmaktadır.

Hiç kimsenin, Tanrı’nın nasıl olduğunu, neye benzediğini ve varolup varolmadığını bilmeden, Tanrı’yla ilgili herhangi bir söylev vermesi mümkün değildir. Tanrı’nın nasıl olduğunu (veya nasıl olmadığını) açıklayan inançlıların, bu bilgiye nasıl ulaştıklarını da açıklamaları gerekmektedir. Bu bilgi bu kişilere malum mu olmaktadır? Yoksa onlar da başkalarından (din alimleri) mı duymaktadır? eğer ikincisiyse, o zaman bu alimler bu bilgilere nasıl ulaşmaktadır?

3) “Evrenin sebebi” ile “Tanrı”yı aynı şey zannetmek

Bu da inançlıların bir başka yanılgısı. Tanrı’nın neden varolduğuna dair kanıt getirirken, bir şeyi kanıtlamaya en çok yaklaştıkları nokta (ki burada da bir şey kanıtlayamazlar ama o ayrı konu), evrenin bir sebebi olması gerektiğidir. Fakat farz edelim ki bu kanıtlanmış olsun ve evrenin bir sebebi olması gerektiği ortaya çıksın. Bu yine de bu sebep Tanrı’dır demekle aynı şey değildir. İnançlı zihin her nedense sebebini bilmediğimiz bir şeyi ortaya çıkardığında Tanrı’yı kanıtladığını düşünür. İnançlının zihninde Tanrı bilinmeyen her şey için cevaptır. İsin garibi, kanıt bile gerektirmeyen bir cevaptır. Bir şeyin sebebi bilinmiyorsa, bu, o şeyin sebebinin göksel dinlerin Tanrı’sı olduğunun kanıtıdır.

Bu nasıl bir mantıktır siz düşünün. Her şeyden önce, eğer evrenin sebebi üzerine spekülasyon yapacaksak, Tanrı fikri kadar popüler olmayan pek çok açıklama da akla gelir. Bunlarla fazla karşılaşılmaması, bunların mantıksal açıdan Tanrı fikri ile eşdeğer olmamaları, hatta ondan daha mantıklı olmamaları anlamına gelmez. Nitekim Evrenin sebebi deyince, bu sebebin zeki ve amaç sahibi bir sebep olması bile gerekmez. Eğer aranan sadece bir sebepse, bu sanal bir parçacık veya boşlukta simetri kırılımına sebep olan bir kuantum dalgalanması bile olabilir.

4) Evrenin ardında zeka görmek ve bu zekayı Tanrı zannetmek

Bu yanılgı iki başlığa ayrılabilir aslında. Biri evrenin ardında zeka görmek, diğeri ise bu zekayı Tanrı zannetmek. Evrenin ardında zeka olup olmadığı ve evrenin bir tasarım ürünü olup olmadığı ile ilgili olarak daha önce çok yazdık. Evrende yapılan objektif gözlemler, aslında ardında zeka olduğuna değil, tam tersi her şeyin kör bir şekilde işlediğine işaret eder. Evrenin neden tasarım urunu olmadığına ve evrenin ardında neden zeka olmadığına dair olarak daha önce yazdığımız iki yazıya link veriyorum: Zeki tasarım, Doğa ve tasarım. Evrenin ardında zeka olduğunu düşünmek zihinsel bir şartlanmanın ürünüdür. Sebebini merak eden bu iki yazıyı okumalıdır.(Linklere ulaştığımız zaman yazıya ekleyeceğiz.)

Fakat farz edelim ki evrenin ardında zeka var. Bu yine de bu zekanın Tanrı olduğu anlamına gelmez. Bu zeka, bir uygarlığın kolektif zekası olabilir, veya insanlığın günümüzdeki uygarlığını yaratan zekanın çok uzak gelecekte alacağı biçim olabilir. (Örneğin, belki de insanlık çok uzak gelecekte öyle bir düzeye ulaşacak ki, zamanda geri gidip evreni yaratacak). Ya da başka bir şey olabilir. Bu spekülasyonlara mantıksız deyip kenara atmadan önce, Tanrı ve göksel dinlerin masallarının ne derece mantıklı olduğunu bir düşünün. Gökte bir yerlerde yaşayan ve koca evreni insanlar için yaratıp, bir de cennet ve cehennem yaratan, insanları günah işlemeye eğilimli yaratıp, sonra işliyorlar diye cezalandıran, kendi varlığını çok açıkça göstermeyip, sonra da inanmıyorlar diye suçlayan bir sadist hükümdar fikri mi daha mantıklıdır, yoksa yukarıdaki spekülasyonlarda dile getirilen zeka türleri mi?

Hem zaten, evrenin ardında zeka olduğu anlaşılsa bile, bu cevaptan çok soru yaratır. O zaman o zekanın kökeni, nasıl ortaya çıktığı, vs. açıklanmalıdır.

5) Cevapları bilmek zorunda olduğumuzu ve cevapların her zaman bilinebileceğini zannetmek

Evrenin kökeni ve hayatin anlamıyla ilgili temel soruların cevaplandırılmasını mümkün ve zorunlu görür inançlı. Bu soruların cevaplandırılabilmesi elbette güzel olurdu ama bu bir temennidir sadece. Bu temenniyi gerçek zannetmek ve gerçekten de bu soruların doğru cevaplarına uygarlığımızın bugünkü düzeyinde eksiksiz ve tartışmasız ulaşılabileceğini zannetmek ve daha ilginci, bu cevaba zaten sahip olunduğunu zannetmek başka bir yanılgıdır. Bilinçli insanin, bu tur temel konularda bilinmeyenlerle yasamayı öğrenmesi gerekmektedir. Yoksa doğru cevap diye uydurma bazı cevaplarla kendini kandıracaktır.

6) Yokluğu varlıktan öncelikli görmek ve varlığın ille de yokluktan çıkması gerektiğini zannetmek

İnançlı yokluğu temel durum görür ve varlığın ondan çıkması gerektiğini düşünür. Bu önyargıya dinlerdeki yoktan yaratma/yaratılma fikri yol açmaktadır. Halbuki, prensip olarak yokluğun daha temel ve daha öncelikli durum kabul edilmesinin bir zorunluluğu yoktur. Varlık da tek başına yokluk kadar temel bir durumdur, daha doğrusu bu ikisi iç içedir ve yokluk olmadan varlık, varlık olmadan ise yokluk anlaşılamaz. Bu konuda, sitemizdeki varlığın kökeni yazısı okunabilir.

7) Tanrı deyince ne kastettiğini bildiğini zannetmek

İnançlılar, Tanrı deyince ne kastettiklerini bildiklerini zannederler. Halbuki Tanrı kavramı, ilk ortaya çıktığından beri, ne anlama geldiği belirsiz, bulanık, çelişkili ve anlaşılmaz bir kavramdır. Tanrı için söylenen şeyler birbiriyle çelişir ve bir kısmi da mantığa aykırıdır. Fakat bu durumu açıklamak için inançlılar bizim algı kapasitemizin ve zihinsel yeteneklerimizin Tanrı’yı anlamaya yetmeyeceğini söylerler. Tabi bunu dediklerinde de yukarıda bahsettiğimiz 2 numaralı yanılgıya düşmüş olurlar. Tanrı’nın tanımlanması konusunda sitemizde yer alan Tanrı’nın Tanımı yazısı okunmalıdır.

8) Tanrı’nın varlığının kanıtlanabileceğini zannetmek

Her insanin içinde az ya da çok bilimsel kaygılar vardır, ve bu yüzden inançlılar Tanrı’nın varlığının kanıtlanabileceğini düşünmek isterler. Daha doğrusu, varlığını kanıtlayarak inandıklarını düşünmek isterler. Halbuki, konuyla biraz yakından ilgilenen herkes, ki buna teologlar da (hatta özellikle onlar) dahil, doğaüstü olduğu, tam anlaşılmaz olduğu ve algı alanımızın dışında olduğu söylenen metafizik bir kavramın varlığının kanıtlanamayacağını görür.

9) Tanrı’nın varolduğunu kanıtlamanın, dinlerin ilahi olduğunu kanıtlamakla aynı anlama geleceğini zannetmek

Bu da çok yaygın bir yanılgı inançlılar arasında. Bu iki fikir arasında bir uçurum var normalde. (Evrene sebep olan bir güç tanımlayıp buna Tanrı demekle, bu Tanrı’nın dinlerin bahsettiği Tanrı olduğu ve bizlere kitaplar, peygamberler gönderdiğini düşünmek arasında). Ama her nedense bu eksiklik gözlerine çok fazla batmaz inançlıların. Bu sorunu fark ettiklerinde, deist oluyorlar zaten.

10) Bir inancın popülerliğinin doğruluğunu gösterdiğini zannetmek

İnançlılar, farkında olmasalar da, aslında topluma uydukları için inanırlar. Toplumda yaygın olan bir fikirden şüphe etmemek insan psikolojisinin yarattığı bir yanılgıdır. İnsanların çoğunun Tanrı’ya inanmasını, bu inancın doğruluğuna bir kanıt gibi görmeleri çok ilginç bir yanılgı örneğidir inançlılarda.

11) Gerçekten kafa yorarak ve bilinçli bir şekilde inandıklarını zannetmek

Bu da yukarıdaki maddeyle ilişkili bir yanılgıdır. Din ve inanç konuları düşünüldüğünde ilk anda akla gelen birkaç nokta üzerine çok az da olsa kafa yormuş olmayı, bu konuları incelemiş olmak ve bilerek, araştırarak, bilinçli şekilde inanmak zannederler. Halbuki, toplumdan hazır aldıkları inançları devam ettirmektedirler. Gerçek sorgulama daha yoğun bir çabayı ve her şeyden önce daha derin bir araştırmayı gerektirir.

12) Ateist olmak için Tanrı’nın varolmadığının kanıtlanması gerektiğini zannetmek

İnançlılar, ateistlerin bir iddia ile gelmediğini, asıl iddia sahibi tarafın kendileri olduğunu bir türlü anlayamazlar. Pek çok inançlı, ısrarla, ateistlerden ateist iddialara kanıt ister. Tanrı’nın varolmadığını kanıtlamalarını talep ederler örneğin ateistlerden. Halbuki, ateist açısından konu farklıdır. Ateist için iddia sahibi taraf karşı taraftır ve inançlının inancını kanıtlaması gerekir. Eğer inançlı, inancını kanıtlayamazsa, iddiasına inanmanın bir anlamı kalmaz. Ateist karşı tarafı çürütmek zorunda değildir. Sadece karşı tarafın iddiasının desteksiz olduğunu göstermesi yeterlidir ateistin. Bir ateist için, inançlının “Tanrı’nın varolmadığını kanıtla” demesi, “Noel babanın varolmadığını kanıtla” demekten farksızdır. Ateist, kanıtlama yükümlülüğünün kendisinde değil, karşı tarafta olduğunu görür. Birisi eğer Noel babanın varolduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasını kanıtlamak onun görevidir. Kimse bütün ömrünü olmayan şeylerin olmadığını kanıtlamaya uğraşarak geçiremez. Bir şeyin olduğu iddia ediliyorsa, iddia sahibinin bunu kanıtlaması gereklidir. Kanıtlayamadığı takdirde, fikrinin Noel baba masalından, veya 7 başlı ejderhanın varolduğu iddiasından farkı kalmaz.

13) Kuran’da mucize olabileceğini zannetmek

Bu da çok safça bir düşüncedir. Her nedense bütün dünyada sadece kendilerinin bu mucizelere tanık olduğunu görmezler. Kuran’da gerçekten mucize olsa, bunun insanlığın dikkatinden kaçmayacağını, dünya üzerinde çeşitli konulara kafa yoran çok zeki insanlar olduğunu ve bu kişilerin kolay kolay kül yutmayacağını bir türlü anlayamazlar. Her nasılsa, kurandaki bu mucizelerin dikkatlerden kaçtığını ve ancak kendileri bahsederse insanların göreceğini zannederler. Örneğin yabancı uzmanlar arasında da kuranı veya diğer dinlerin kutsal metinlerini okuyup inceleyen uzmanlar olabileceğini ve bu kitaplarda olağanüstü bir durum olsa, bunun bugüne dek keşfedilmeden kalamayacağını bir türlü göremezler. Bu bence Müslüman inançlıların en saf yanılgılarından biridir.

14) Kuran’ın gerçekten elle tutulur ve kendi içinde tutarlı bir kitap olduğunu zannetmek

Bu ise, inandığı kitabi okumamaktan ve bilmemekten kaynaklanır. Zannederler ki, kuran iyi bir kitaptır da, inanmayanlar sadece delil eksikliğinden inanmaz. Halbuki kuran ilkel bir kitaptır. Elle tutulur yani yoktur. Kendileri objektif bir gözle okusalar, hatta bırakın objektif gözü, açıp okusalar, pek çok saçmalığı ve ilkelliği kendileri de göreceklerdir. Fakat çoğu inançlı elbette bunun bilincinde değildir.

15) Evrim teorisinin inanıp inanmama kategorisinde bir şey olduğunu zannetmek

Son olarak, pek çok inançlı, evrim teorisini de dinlerde olduğu gibi inanıp inanmama kategorisinde değerlendirirler. Meselenin, delil, gözlem, bilimsel doğrulama yöntemleri, vs. gibi yönlerini görmezler. Bu da bilimi ve bilimin yöntemini bilmemekten kaynaklanır. Bilmezler ki, bilimde teoriler tercihe göre kabul veya red edilmez, bilimde karşıt görüşlüleri bile ikna edecek düzeyde somut kanıt ortaya çıkmadan bir fikir benimsenmez. Dolayısıyla evrim teorisi gibi bilimin yerleşik teorilerinden birinin konuyla gerçekten teknik düzeyde ilgilenen hemen hemen herkesi ikna edecek düzeyde delili vardır. İnançlılar bunu bilmezler ve bu yanılgıları da yukarıdaki tüm yanılgılarda olduğu gibi, şartlanma ve bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

Bu yazı Ateistforum’dan alınmıştır.

İkincil Kaynak: http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=14040